14.12.192117Please respect copyright.PENANAyHsfDWWG1F
Bitmiyor… Bitmiyor… Bitmiyor! Kahretsin ki bu lanet taslak bir türlü bitmiyor!
Saatin kaç olduğunu bilmiyorum. Kaç saattir masanın başında olduğuma dair hiçbir fikrim yok. Perdeler açık, ay ışığı içeri süzülüyor ve odanın her köşesine solgun bir ışık serpiyordu. Masanın üzerinde, yere saçılmış kâğıtlar üst üste yığılmıştı. Bazıları buruşturulmuş, bazıları mürekkep lekeleriyle kaplıydı… Parmak uçlarım kurumuş mürekkep izleriyle doluydu. Daktilonun tuşlarına basmaktan ellerim sızlamış, bileklerim adeta taş kesilmişti. Göz kapaklarım ağırlaşmış, adeta ateş gibi yanıyordu. Ellerim gerçekten titriyor muydu yoksa sadece bu yorgunluğun bir oyunu muydu, bilmiyorum. Tek bildiğim şey bu taslağın önümüzdeki haftaya kadar bitmesi gerektiğiydi. Bitmek zorundaydı! Ama nasıl? İnanın ben de bilmiyordum. Kelimeler kafamda birbirine girmişti. Yazdıklarım bana mı aitti, yoksa ben onlara mı ait olmuştum bilmiyorum.
Kaç gündür uykusuzdum? Kaç saatir buradaydım? Bilmiyorum. Odanın havası ağırdı, kâğıt ve mürekkebin o tanıdık kokusu buram buram genzimi yakıyordu. Göğsüme bir baskı çökmüş, nefes almak zorlaşmıştı. Birkaç derin soluk aldım ama hiçbir faydası olmadı.
Biraz ara vermek için ayağa kalktım, belki daha iyi hissederdim. Başımı kaldırıp gözlerimi ovuşturduğumda, içimdeki bu ağırlık biraz hafifledi. Ama nefes almak bile taslağı yetiştiremeyecekmişim gibi bir his yayıyordu içime. Yine de içimde büyüyen o karanlık, beni masaya zincirleyen bu görünmez prangaları biraz olsun gevşetmem için beni itekliyordu.
Ayağa kalktığımda bacaklarımın uyuştuğunu fark ettim. Hissedemiyordum bile. Sanki bana ait değillerdi. Sanki daktilonun başında geçirdiğim saatler boyunca vücudumun alt yarısı yaşamaktan vazgeçmişti. İlk adımımı attığımda ahşap zemin gıcırdadı, odanın sessizliğinde bu ses tok bir şekilde yankılandı. Ayakkabılarımın tabanı hafifçe sürtündü, tiz bir ses çıkardı. Perdeler açık olduğu için ay ışığı odanın her köşesine ilmek ilmek işlenmişti. Tüylerim diken diken oldu. Gölgeler… Gölgeler hareket ediyor muydu? Birkaç saniye boyunca gözlerim onlara takılı kaldı. Bu yalnızca rüzgârın bir etkisi miydi yoksa gerçekten… Hayır, hayır. Çok yorgundum.
Bir adım, iki adım… Yavaşça masadan uzaklaşırken boynumu esnettim. Omurlarım çıtırdadı, içimde yankılandı bu sesler. Odanın ağır kokusunu içime çektim, nefes almakta zorlanıyordum. Rutubet ve nemin yanında mürekkep ve kâğıdın o tanıdık, hafif boğucu kokusu da sinmişti buraya. Ellerimi ovuşturdum, kan dolaşımımı hızlandırmak için birkaç defa parmaklarımı açıp kapattım. Ama ne fayda… Bedenim bu odanın bir parçası haline gelmiş gibiydi sanki. Eski, çürümüş ve işe yaramaz. Ne yaparsan yap, asla düzelmeyecek bir parça..
Tak tak tak...
Ha?Kapı mı? Bu saatte mi? İyi de, kim gelir ki bu saatte? Boynumu gevşetiyordum, bir an duraksadım. Başımı doğrultarak kapıya baktım. Sessizlik... Şuan odada hakim olan iki şey vardı ve sessizlik en baskın olanıydı. Kalbimin atışlarını bu sessizlikte daha rahat duyuyordum. Bu düşüncelerden sıyrılarak kapıya doğru ilerlemeye başladım. İçimde bir huzursuzluk olmadığını söylesem yalan olurdu. Tedirginlikle kapı vizöründen baktım, onu gördüğüm gibi oflayarak, istemeye istemeye kapıyı açtım.
‘’Şaka yapı-‘’
Cümlemi bitirmeden August kapı pervazından içeri girerek iki eliyle omuzlarımı kavradı ve beni sarsmaya başladı. Tanrım, ne günah işledim de beni bu herifle cezalandırıyorsun?
‘’Neden mektuplarıma dönmüyorsun?! Sana ne kadar ulaşmaya çalıştığımdam haberin var mı? Fawkess’la bile konuştum fakat yine haber alamadım! Sakın yine taslak bahanesine sığınma.’’17Please respect copyright.PENANADxrSJmDAAy
17Please respect copyright.PENANAiBEWYSpFme
Haberim vardı, biliyordum. Bana ne kadar ulaşmaya çalıştığından, gönderdiği mektuplardan da haberim vardı. Fawkess’a beni sorduğunda, Fawkess’dan benden haber alamadığını, peşimi bırakması için onunla konuşmasını söylemiştim. Ama görünüşe bakılırsa benden kolay kolay vazgeçmeyecekti. Gecenin bu saatinde kapıma dayanması bunu kanıtlar nitelikteydi.
Konuşmasını bitirmesinden emin olduktan sonra boğazımı temizledim ve omuzlarımı bırakması için iki elimle kollarını ittim ve evimden çıkması için pervazın dışına kadar üstüne yürüdüm. Evimden teknik olarak çıktığı zaman konuşmaya başladım.
‘’Öncelikle bir daha lafımı kesme, bu bir. İkinci olarak ne bahanesi ya? Ben haftalardır kıçımı yırtarak son teslim tarihine yetiştirmeye çalışıyorum. Sen ne anlatıyorsun ya. Ayrıca sen kendini ne sanıyorsun lan? Sevgilim falan mı? Bu saatte buraya gelmeler falan?’’
August dediklerimi kısa bir şok geçirdi. Neye şaşırıyordu bu kadar? Tamam iki hafta beraber birbirimizi tanımak için kafelerde buluşmuş, pikniğe gitmiş, beraber akşam yemeği yemiş olabiliriz ama bu bizi sevgili yapmaz ki! Yoksa, yapar mı? Bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa o da bu kadar kısa sürede birine bağlanmanın mümkün olmamasıydı.
Bu kısa vadeli şokunu atlattıktan sonra yüzünü bir gerginlik, hafif bir sinir ele geçirdi.
‘’Diyecek bir şeyin varsa söyle, yoksa sonsuza kadar sus.’’
Cümlemi bitirir bitirmez, konuşmasına izin vermeden kapıyı suratına kapatmak için hızlıca kapı kulunu kavradım ve kapatmak için kendime çektim. Ha? Neden kapanmıyordu? Kapının neden kapanmadığını anlamak için hızlıca kapıyı taradım ve aşağı baktığımda August’un ayağını kapı arasında gördüm. Ne yapıyordu bu manyak?
Ayağına aldırış etmeden çekme kuvvetimi daha da arttırdım ama nafile. Kapı hâlâ kapanmıyordu. Bu adamın ayakları neyden yapılmıştı? Taştan falan mı?17Please respect copyright.PENANAoDZmPLNnJr
17Please respect copyright.PENANAOZiM0lRwuj
Kapıyı kapatma savaşını kaybediyordum. Kahretsin. August, kapıyı kapatamayacağımı anlamış olacak ki eliyle kapıyı kavradı ve kapıyı açmak için kendine doğru çekmeye başladı. Ve, zafer onun oldu. Kapıyı açmıştı. İçeri girmesine izin veremezdim. O tekrar içeri girmeden ben dışarı çıktım. Yüzüne sert bir şekilde baktım. Bu sefer yüzündeki hafif sinir, yerini yoğun bir sinire ve öfkeye bırakmıştı.
‘’Bu ilişkiyi böyle bitirmene izin vermeyeceğim Axel! İzin vermem, anladın mı?!!’’
Bağırmasından sonra içimde bir yerlerde yükselen paniği hissedebiliyordum. Gözlerimi hızla koridora çevirdim, komşuların bizim bu kavgamızı duyup duymadığını, evlerinden dışarı çıkıp çıkmadıklarını kontrol edercesine baktım. Şu saatte, gecenin bu sessizliğinde, August'un bu kadar yüksek sesle bağırması, tüm apartmanı uyandırabilirdi. Ki bu, apartmandan beni şutlamak isteyen insanlar varken isteyeceğim en son şey bile değildi.
‘’Sessiz ol! Aklını mı kaçırdın be adam?! Apartmanı uyandırmaya mı çalışıyorsun?!’’
Hışımla, ama bi o kadar da sessiz verdiğim bu karşılık umrunda bile olmamıştı. Gözleri artık öfkeden kırmızıya dönmüş, şakaklarında bir damar belirmişti.
‘’Uyansınlar! Belki bu sefer beni ciddiye alırsın ha, Axel?’’
Sesi öncekinden daha yüksek çıktığında içimde birktirdiğim sinir ve öfke taşmak üzereydi. Bir yandan onun bu inatçı tavrına sinirlenirken, bir yandan da komşuların uyanmaması için sakin kalmaya çalışmak bir insan için eminim çok zordur. Özellikle bu insanın haftaya yetiştirmesi gereken bir taslak olduğu için stresten, ağrıdan vücudu ağrıyorsa.
Sert bir tokat geçirdim. Benim de bir sınırım vardı ve August bu sınırı aşalı bir kaç dakika olmuştu. Hem gecenin bu saatinde kapıma sapık gibi dayanacak, hem kolu komşuyu ayağa kaldıracak raddede sesini yükselticekti. Yok öyle dünya.
‘’Defol burdan! Gözüm bir daha seni görmesin!!’’
August, attığım tokatın etkisiyle dona kalmıştı adeta. Tokat attığım yanağına sağ elini götürerek ve sanki acının şiddetini anlamak istercesine yanağına dokundu. Her ne kadar bu süreçte ciddi ve sinirli gibi gözükmeye çalışsam da içten içe korkuyordum. Doğamın yapısı gereği, gençliğimden beri pısırık olarak yaşadım ve yaşamaya da devam edeceğim. Lakin bu korku hissini başkalarına, özellikle de August gibi insanlara, göstermemem gerekiyor. Aksi takdirde ömrüm çok uzun olmaz.
‘’Bu iş burda bitmedi Axel! Seninle sonra hesaplaşacağız!! Bunu da bilesin’’
Düşüncelerimi bölen şey August’un iğrenti ve nefret dolu sesi oldu. Attığım tokatın etkisinden çıkmış, bana tehditler yağdırıyordu. Sinir katsayısı daha da artmış, sanki beni buracıkta öldürecekmiş gibi bakıyordu. Merdivenleri hızlı, sert ve acele adımlarıyla inerken arkasından bakakaldım. Sanki bana yapamadığını, bu eski ve işe yaramaz apartmanın merdivenlerinden çıkarıyor gibiydi.
Derin bir nefes aldım. Ciğerlerim apartmanın çöp kokusuyla dolarken içimdeki tüm gerginlik bir anlık bir rahatlamaya dönüştü. August’un o tehditkar bakışlarını, hırıltılarını, o kirli kelimelerini ve vücudundan yayılan nefretin her zerresini geride bırakabilmiştim. Bu gece zafer benimdi. Evet, evet, zafer kesinlikle benimdi. Artık bir tehdit yoktu, her şey en azından bu geceliğine bitmişti. Bunu başarmıştım. Yavaşça nefesimi havaya iade ettikten sonra, kapıya yaslandım. Soğuk, eski tahta duvarın sertliği sırtımda hissettiğim acıyı bir nebze olsun hafifletti.
Yavaşça yere çömeldim Ayaklarımın altındaki sert zemin vücudumun her köşesini acıtıyordu, ama yine de kalkamadım. Her adımımı atarken ağırlaşan, yükü omuzlarıma binen, karmaşık duygular arasında kalakaldım. Tavana odaklandım. Tavandaki toprak rengi lekelerden başka hiçbir şey görmüyordum. Tavanın dimdik, cansız duruşu bana o kadar yabancıydı ki, sanki bu duvarlar üzerime çökmek istiyormuş gibi hissettim bir kaç saniyeliğine.
‘’Erkek arkadışınız mıydı?’’
Düşüncelerimi bölen bu soruyu da kim sormuştu? Kimin sorduğunu anlamak için başımı sesin geldiği yere, sağımdaki merdivenlere çevirdiğimde onu gördüm. Bir yabancı elinde soğanla beni izliyordu. Bu adam kimdi acaba? Sanki onu bu apartmanda ilk defa görüyor gibiydim.
Düşüncelerimi bölen bu soru, bir anda kafamı karıştırdı. Hızla başımı çevirdim, sesin geldiği yere, sağdaki merdivenlere odaklandım. Orada, karanlığın içinde, elinde bir soğan tutan bir adam duruyordu. Yüzü belirsizdi. Sanki bu apartmanda ilk defa görüyordum. Kimdi bu adam? Hangi amaçla buradaydı? Sadece gözleriyle beni izliyor, soğuk bir şekilde susuyordu. İçimde bir huzursuzluk belirdi. Kafamda birkaç soru çırpınırken, her şey bir anda anlamsızlaşmış gibi hissettim. Çok geçmeden nazik bir dille sorusunu cevaplamam gerekiyordu. Öyle de yaptım.
‘’Az önceye kadar öyleydi.’’
Suratıma sahte bir gülümseme yerleştirdim. Kafamı kapıya yasladım lakin gözlerim ise hala ondaydı. Gecenin bu saatinde soğan mı soyuyordu? Hani bazen hayatın absürtlüğü karşısında sıradan bir şeyin bile tuhaflaştığı anlar olur ya, işte o anlardan biriydi bu da.
‘’Neden ayrıldınız? Bulaşıcı cinsel bir hastalık mı taşıyordu?’’
Bu soruyu sorduktan sonra elindeki soğanı soymaya başladı. Adam sanki sorunun absürtlüğüne hiç takılmamış gibi büyük bir ciddiyetle soğanı soyuyordu. Gözlerim bir an için onun ellerine kaydı, parmakları soğanın derisini dikkatlice sıyırırken, aradaki sessizlik beni daha da rahatsız etti.
Bir yandan bu soruyu sorma cesaretini kim bilir nereden bulduğunu merak ediyorum öte yandan da o kadar soğukkanlı bir şekilde devam etmesi tuhaf bir huzursuzluk yaratıyordu içimde. Cevap beklemiyordu belki de; öylesine sorduğu bir soru da olabilirdi.
‘’Hayır. Kendisiyle zaten anlaşamıyordum, bu da bahane oldu.’’
Adam cevabımı duyduktan sonra bir anlığına duraksadı, gözleri yüzümdeki ifadeyi incelerken sanki bir şeyler düşündü, sonra yüzüne bir gülümseme yerleştirdi. O garip gülümseme adamın ne düşündüğünü merak etmeme sebep oldu. Birkaç saniye boyunca o gülümseme ve bana bakan o bakışları düşündüm. Sonra, hiç beklemeden, soğanı soymaya devam etti.
''Çok sevindim!''
Huh? Bunda ne sevinecek vardı ki? Ne kadar garip bir adam. Ama işte bir şekilde hayat da böyleydi; bazen karşınıza tuhaf birileri çıkar ve her şeyin anlamını sorgulamaya başlarsınız. Fakat bu gece yeterince beyhude şeylere kafa yormuştum. Artık bu garip adamın ne düşündüğünü çözmekle uğraşmak istemiyordum. Hangi gereksiz soruyu daha fazla kurcalayacak, hangi deli düşünceyi kafamda döndürecektim? Hiçbiri. Bu gece, sadece yatak ve birkaç saatlik uyku, belki de rahat bir uyku beni kurtarabilirdi.
Bunun yerine içeri geçmek için ellerimi yere koyarak destek aldım, zorlanarak ayağa kalktım. Yerin tozlu olduğunu fark ettiğimde, istemsizce popomu temizledim. Gözlerimi birkaç kez ovuşturduğumda, gözlerimdeki bulanıklık dağılmaya başladı.
‘’Müsadenizle, iyi geceler diliyorum sizlere.’’
sesim biraz daha yorgundu. Bu cümleyi kurarak, adeta gecenin sonunu işaret ettim. Bir an olsun daha fazla konuşmaya dayanamıyordum.
‘’Müsaade sizin ekselansları’’ diyerek, yüzüne yine o gülümsemeyi yerleştirdi.
Ekselansları? Bu kelimeyi duymak, başımı karıştırdı ama inanın, bu gece bununla ilgilenmek, onu sorgulamak kesinlikle istemiyordum. Sadece başımı sallayarak bir el hareketiyle selam verdim. O tuhaf adamın gülümsemesine tekrar odaklanmadım. O kadar garipti ki… Hızla içeriye adım attım, kapıyı iki kez kilitledim. Kilit sesi tüm geceyi sessizliğe gömmek istercesine yankılandı.
Kapıya kafamı yaslayıp birkaç saniyeliğine öylece durdum. Derin bir nefes aldım, kendimi toparlamaya çalıştım. Her şey bir anda karmaşıklaşmıştı, ama şimdilik kafamı toparlayıp, bu geceden kurtulmam gerekiyordu. Odamın ucundaki masaya doğru ağır ağır adımlarımı atmaya başladım. Her adımda eski tahtalar gıcırdıyor, her gıcırtı altında, alt kattaki komşumun uyanmaması için dua ediyordum. Masaya yaklaştım ve gaz lambasını söndürdüm.
Yavaşça yatağıma oturduğumda kalitesiz yaylar hemen kendini hissettirdi. Yaylar hem beni zıplatıyor hem de kulak tırmalayıcı bir ses çıkarıyordu. İnanır mısınız bilmem ama yatak benden çok daha eskiydi. Bu düşüncelerden sıyrılarak kendimi yatağın o huzursuz kollarına teslim ettim ve beni neyin beklediğini düşünmeden uykuya daldım.
17Please respect copyright.PENANAtZGGSFiReb
17Please respect copyright.PENANA72OUUB7unk
------------------------------------------------------O------------------------------------------------------
17Please respect copyright.PENANAT7Guw6uvtZ
‘’Yahu memur bey, halden anlayınız azıcık istihram ediyorum! Ben aylarda bu sapık ile uğraşıyorum, yardım edin bana ya!’’
Sesim sinirle yükseldi. Kafamda dönen her düşünceyi mantık eleğinden geçirmeden dışarıya iletiyordum. Evet bu sefer gerçekten sinirliydim. Hangi akı karayı ayırt edemediğimi bilemiyorum ama bu defa dayanamıyordum. Sinirlerim tepeme çıkmıştı. Ne de olsa, bu kadar süre boyunca bir stalker'la uğraşmanın insana vereceği stres tarif edilemez bir şey.
Peki, neye mi bu kadar sinirlenmiştim? Anlatayım. Aylardır kim olduğunu bilmediğim bir sapık kapıma her hafta farklı zamanlarda hafif hafif tıklatıyor ve sonra ortadan kayboluyordu. Kapıyı açtığımda ise beni orada bekleyen tek şey stalker'ın notlarıydı.
‘’Efendim, bunun bir stalker olduğuna emin misiniz? Sizce de bu notlar bir stalker için çok şirin değil mi?’’
Eliyle bu sabahki notu gösteriyordu. Evet, işin garip yanı da buydu. Notlar, ne bir tehdit içeriyor ne de başka bir şey içeriyordu. Kiminde gece üstümü örtmemi, kiminde bol su tüketmemi, diğerinde isi iyi geceler diliyordu. Ama bu yine de düpedüz stalkerlıktı!
‘’E-evet öyle ama bu konuda bir şey yapamaz mısınız? Evimde rahat oturamıyorum!’’
Sesimdeki titremenin farkına vararak boğazımı temizledim.
Gerçekten de evimde rahat oturamıyordum. Her an odamın kapısının kırılıp içeriye stalker'ın girmesi ve bana bir şey yapması ihtimali kafamda dönüp duruyordu. Her gece, gözlerimi kapattığımda zihnimde beliren karanlık senaryolar, beni iyice huzursuz ediyordu. Biraz da olsa güven arayışım bu memurun tavrıyla yerle bir olmuştu. Bu kadar basit bir olayla ilgili neden hiçbir şey yapamıyorlardı?
‘’Bayım, burayı ne zannediyorsunuz bilmiyorum ama burası Bunch karakolu. İşgücü sayımız az. Zaten son zamanlarda ortaya çıkan seri katile tüm odağımızı vermişken, böyle basit bir olayla uğraşacak ne vaktimiz ne de elemanımız var. Belki de notlarda yazan şeylere uyup uslu biri olursanız, size zarar vermez, ha?’’
Memurun söyledikleri yanında duran komiserin komiğine gitmiş olacak ki, çaktırmadan kıkırdamaya başlamıştı. Yüzümü buruşturup içimden, "Aptal herifler," diye geçirdim. Zaten hangi akla hizmet bunlardan yardım istiyordum ki? Tek bir laf etmeden arkamı hışımla döndüm ve karakoldan çıkarak kendimi soğuk havanın kollarına bıraktım
Sanırım seri katil olayı gerçekmiş. İrah Caddesi’nde bir hafta içinde gördüğüm ikinci kalabalıktı. Bu tür kalabalıkların ise iki olası anlamı vardı: Ya bir aristokrat işadamı halka para dağıtıyordu, ya da bir cesedin etrafında toplanıyordu. Merakıma yenik düşüp kalabalığa yaklaştım, ve ne yazık ki, tahminim doğruydu.
Yerde, boylu boyuna uzanmış, tanınmayacak derecede tahrip olmuş bir ceset yatıyordu. Gözlerim, cesedin etrafındaki vahşi izleri takip etti, derisi neredeyse her yeriyle tahrip olmuş, bir yığın halinde dağılmıştı. O kadar korkunçtu ki, gözlerimi bile cesetten ayıramıyordum. Fakat birden midem bulanmaya başlayınca kalabalığı yarıp bir köşeye çekildim ve derin derin nefes almaya çalıştım. Daha fazla dayanamayacağımı anlayınca da, evin yolunu tuttum.
‘’İyi günler bay Axel, gününüz nasıl geçiyor? Umarım iyisinizdir?’’
Evden çıkmadan 2 kez kilitlediğim kapıyı açarken duyduğum ses bir anlığına afallamama sebep oldu. Tanıdık, ama bir o kadar da yabancı bir ses. Yine o garip adam! Başımı sesin geldiği yere çevirdiğimde yine merdivenlerde oturmuş, yüzüne o içten gözüken gülümsemesini yerleştirmiş ve o ince ve uzun parmaklarıyla soğanı soyarken bana bakıyordu.
‘’Ah, iyiyim bay?-‘’
‘William, lütfen bana William diyiniz Bay Axel.’’
William’ın adını duyduğumda içimde bir gariplik belirdi. William, bu kadar tuhaf bir adam için çok sıradan bir isimdi. Ayrıca, ben ona hiçbir şekilde ismimi söylememiştim. Nasıl oluyordu da benim ismimi biliyordu?
‘’Ah, anladım Bay William. Sorduğunuz için müteşekkirim. Siz nasılsınız?’’
Verdiğim cevap William'ın yüzündeki gülümsemeyi genişletmiş, neredeyse gözleri kapanacak raddeye gelmişti.
‘’Siz sordunuz, daha iyi oldum. Sağ olun var olun.’’
Verdiği cevap karşısında bende gülümsememi aynı şekilde ilettim ve içeri girmek için kafa sallayarak selam verdim. Tam girerken, aklıma geçen gün sormak istediğim ama fırsat bulamadığım soruyu sormak geldi.
‘’Bay William, yanlış anlamazsanız bir şey sormak isterim.’’
William merakla gözlerini bana çevirdi. Yüzündeki gülümseme az biraz söndü ve yüzünde hafif bir ciddiyet havası yer alıyordu. soracağım soruyu beklediği içindir belki de.
‘’Neden bu soğukta, merdivenlerde soğan soyuyorsunuz?’’
Bu soruyu sorduğum anda bir anda tüm ortamın havası değişti. William biraz duraksadı, ama hemen yüzüne tekrar o garip gülümsemesi yerleşti. Gözlerini bana sabitlemişti.
''Evde soyunca kokuyor. Kokular karıştığında ise, iğrenç bir koku ortaya çıkıyor.''
Garip, çok garip. Fakat sorgulamak benim haddime değildi.
‘’Anladım Bay William, size iyi akşamlar dilerim.’’
Tam içeriye girecekken, William birden ayaklandı ve sanki treni kaçırıyomuşcasına telaşla bana seslendi.
‘’Bay Axel!’’
İsmimi duyar duymaz, William’a yöneldim.
‘’Bu akşam müsait olursanız, sizinle birlikte yemek yemek isterim.’’
17Please respect copyright.PENANABxPKUC5FKf
Bu bölümde:
- 18721 Karakter,
- 2528 kelime kullanılmıştır.
17Please respect copyright.PENANAHR9MofmPts