Hiçliğin içinde uzun, düz bir yol, sonu belirsiz, sonu önemsiz ve onu yürümek zorunda olan bir yolcu. Etrafta hiçbir şey yok ama hayal kurabiliyor—gözlerini kapatmak yeterli. Yine de bu yolda yürümeye devam etmeli; sona ulaşması gerektiğine inanıyor. Ulaştığında, yarattığı tüm hayaller gerçek olacak. Sürekli sesler duyuyor, ama kimse yok; yürümeye devam ediyor. Gözlerini kapatmak, hayal kurmak istiyor ama bazı sesler duyuyor. Vazgeçemiyor; devam etmeli. Sadece biraz daha—sonunu göremiyor ama ilerleme kaydettiğini biliyor. Sonuçta, hiçbir şey gerçekten sonsuz değil; bunu biliyor. Yine de bildiği şeylerden şüphe ediyor. Ama devam etmesi gerektiği, bunun yapılması gereken doğru şey olduğu söyleniyor. Aslında biraz daha hızlı koşması gerekiyor ama çok yorgun. Vazgeçmeyi düşünüyor. "Bunu yapamam" diye düşünür, ancak sesler ona ne kadar yol kat ettiğini hatırlatır ve "Neredeyse başardın" derler. "Tamam, koşma, sadece yürü. Gerekirse sürün. Vazgeçemezsin. Vazgeçersen ne kazanacaksın? En fazla, hayal kurmak için kısa bir zaman, ancak sonunda kaybedeceksin." derler.
Peki neden bu yola adım atmıştı? Sonuna ulaşması gerektiğine tüm kalbiyle inanıyordu, ama bu yolculuğa başlaması gerekiyor muydu? Kimse ona sormamıştı; zorlanmıştı. Evet, belki de bu yol aslında onun için en iyisiydi ve belki de bitirmek o kadar da zor değildi. Belki de sadece çok yavaştı, ama burada olmak onun seçimi değildi. Ona bir şans verilmiş olsa bile, o buraya zorla gelmişti. Ve eğer vazgeçmezse kendini kaybedecekti çünkü rüya görmeye, dinlenmeye ihtiyacı vardı. Yemek ya da içmekle ilgili değildi, sadece rüya görmek istiyordu. Ama rüya görmek en büyük kuraldı: Bu yolda rüya göremezdi. Yolun sonunda istediği kadar rüya görecekti ve o rüyalar gerçek olacaktı. Öyleyse, şimdi neden rüya göremiyordu? Önemli değildi, soru sormayacaktı; devam edecekti ve öyle de yaptı.