- - I - -
- Yapmadın, yapmadın, yapmadın, yapmadın!
- Yapmadın, yapmadın, yapmadın, yapmadın!
- Yapmadın, yapmadın, yapmadın, yapmadın!
- Yapmadın, yapmadın, yapmadın, yapmadın!
- - I - -
Gün batımı yaklaşıyordu.
- Öyle bir şey yapmadın!
Görünen o ki; otuz küsur yılı devirmesine rağmen zamana bel bükmekten kurtulamamış apartman duvarları, siyah duvar spreyinden nasibini fazlasıyla almış.
- - I - -
- Hayır, hayır, hayır, hayır!
- - I - -
Sanırım sokak edebiyatı, gençlik isyanı denilen şeyin apartman duvarlarına yansıyan izdüşümü. Her biri; toplum tarafından aforoz edilmek istenen bir günah, bir kusur gibi. Bir kusur veya hata olarak görülmese kimse üstü kapansın istemezdi herhalde.
- Böyle bir hatayı nasıl yaparsın? Salaksın! Salak!
Bu hataların bir şikayeti var. Tekrar ve tekrar boyanmaktan şikayetçiler. Bazıları hiçbir zaman boyanmıyor. Bazıları boyansa bile arkasında okunmasını zorlaştıracak şeffaf bir replika bırakıyor.
- - I - -
- Şeffaf bir replika bırakıyor.
- Şeffa bi replik bırakıyo...
- Şeff b repli bırakıy...
- Şe b rep bırak...
- - I - -
Koştu, nefes nefese. Köşeyi döndü ve biraz soluklandı. Dur! Hareketli bir gün. Sıradan mı? Hayır! Koş! Koştu, nefes nefese. Takılıp düşmesi mi gerekiyor? Hayır! Peki sıradan mı? Hayır! Dur! Durdu. Kovalayan biri yok. "Kaçan kovalanır" derler ya hani? Evet. İşte o, yok! Demek ki birinin kaçması için bir diğerinin kovalaması gerekmiyormuş.
"Son ders zili, alarmım bu. Neredeyse üç haftadır bu salak alarm beni bir sokak köpeği gibi eve kadar koşturuyor. Neyse ki kulaklık gibi bir şey icat edilmiş."
Bir sokak köpeği gibi nefes nefese. Bir ödlek gibi mi? Hayır! Sadece tahammülü yok. Anla! Anlayacakmış gibi, sen de! Karşılaşmak bile istemiyor işte. Diğer köşeyi döndü, durmadı ama biraz yavaşladı ve yürümeye devam etti. Durdu. Kendi kendine:
- Şansımı s*keyim!
Yıllardır aynı küfür. Şans denilen mazlumun s*kilmedik tarafı kalmadı. Bak bu iğrençti. Neyse ki yalnız, kimse duymadı. Yalnız değil ki ama... İşte, tam karşısında duruyorlar. Yine de köşeyi döndükten sonra tam karşısında göreceği şey bu olmamalıydı.
"Bu dört arkadaş dengi dengine. Hakkını vermem lazım, tam bir ekip ruhuna sahipler. Hangi açıdan bakarsam bakayım, bu dört arkadaşa bakınca gördüğüm şey zorba oldukları değil. Bu dört kenar üçgene bakınca biraz boş vermişlik, bir tutam da doğuştan gelen şans görüyorum. Üçgen diyorum çünkü aralarından biri benim için değerli galiba"
"Odamdan başka gidecek bir yer yok. Bu yüzden benim için şehrin her sokağı aynı. Zaten dört kenar bir üçgenden kurtulmak için Batman gibi bir figüre de ihtiyaç yok. Sonuçta onların varlığı benim için bir tehdit, şehir için değil." diye geçirdi içinden. Bu gereksiz bekleyiş yüzünden sonunda göz göze geldiler. İşte bunu yapmayın. Bir yerde haddinizden fazla durmayın çünkü sonrası pişmanlık. Haddinden fazla ilerlediği bu sokak arasında U dönüşü yapıp o malum köşeyi gerisingeri dönemez artık. Son üç haftadır son ders zili alarmıyla evine doğru tempolu bir yürüyüşe başlamasının sebebi buydu. Sebep hiçbir zaman belirli bir şahsa indirgenmedi. Ne kadar az surat o kadar az iletişim şansı demekti. Lütfen not edin, iletişim çağının alametifarikası: Seni aşağılayacak birini bulmak, umursayacak birini bulmaktan daha kolaydır.
Sıvası dökük, girişinde üç dört sıra taş merdiven bulunan yıllanmış bir apartmanın önüne pineklemişler. Aslında bir meşguliyetleri yok değil. Sigara dönüyorlar, şüphe yok. Kaçaklar! Kalabalıktan ve okul çıkışı suçüstü yakalayabilecek öğretmen ihtimalinden kaçıyorlar oysa ki bu ihtimali kendisine görev edinmiş bir öğretmenleri yok. Gerçek işleri gümrükten mal kaçırmak olsaydı bu kadar ehemmiyetli davranmazlardı. Zaten ortada ne gümrük var ne de memur. Demek ki birinin kaçması için bir diğerinin kovalaması gerekmiyormuş.
Aylardır bu yolu, bu sokak arasını tercih ediyor. Bugüne kadar onlara bir kez olsun rastlamamıştı. Amacı da buydu zaten. "Peki neden bugün? Neden bu sokak? Hangi rüzgar onlara buraya kadar eşlik etti. İşsizlik üzerine alım satım yapan anonim bir şirket üç yeni vasıfsız işçi mi aldı? Gerçekten bu sokak arasına, şu merdiven üstüne mi bayii açtılar?" diye düşündü. Bu dört arkadaş dengi dengine. Bu denge atsan atılmaz, satsan satılmaz ama sataşsa en alasından sataşır. Artık ifşalandı, teşhir edildi. Kaçamaz. Kabul et! Hayır! İnkar et, yok say! Kaçarsa korkak damgası yer, koz elde ederler ve mesele uzar. Fazla iletişim hem de tek taraflı. Kabul edilemez! Yapılacak tek bir şey kaldı. Yanlarından transit bir geçiş yapmak. Hem havalı hem baş ağrıtmayan türden. Kabul edilebilir. Makul bir anlaşma: "Siz orada oturmuyorsunuz, bense yanınızdan geçmiyorum."
Yürümeye başladı. Her şey anlaşma dahilinde ilerliyordu. Zaten aralarından ikisinin sırtı ona dönüktü, temas dahi olmayacaktı. İyice yaklaştı fakat ilerledikçe dört kenar üçgenin arasında başlayan bir hareketlilik sezdi. Bir aksiyon hazırlığıydı bu, şüphe yok.
"Bunlarla aynı sınıfa düşüp tanış olmak için nasıl bir günah işlemiş olabilirim? Cehennemlik, çapsız bir günah olmalı bu. Çap demişken... Umarım cehennemde geometri diye bir şey yoktur. Geometri demişken... Dört kenar bir üçgenin her bir kenarı diğerinden farklı uzunluğa ve dış açıya sahiptir. Bu da her bir kenarı kendi çapında biricik yapıyor"
Sırtı dönük olanlardan biri, dengesini koruyamayan bir sarhoş edasıyla ona doğru döndü ve tam önüne atıldı. Dur! Durma, ilerle! Anlaşma bize "Dur!" demiyor!
"Biricik bir aptal. Bir yol gösterene muhtaç, ikinci sınıf bir izci. Obabaşına ihtiyaç duyan, vahşi doğada (yani şehrin göbeğinde) tek bir gece bile atlatamayacak ve boyunu aşmayan işlerin yanında bile yük-sek kalamayacak bir erkek."
Sigarasından çektiği dumanı alaycı, yalandan bir öksürükle Şafak'ın suratına doğru üfledi.
- Duman rahatsız etti galiba! Çevreye ve yıkıklara verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz.
Şafak afalladı.
- Yıkık mı? -diye mırıldanırken sırtı dönük olan diğeri yüzünde küçümser, biraz da güleç bir ifadeyle hızlı bir dönüş yaptı.
"Biricik bir saf. Bir türdeşe muhtaç. Bu yüzden ne kadar fazla insan tanırsa türdeş bulma olasılığı o kadar artar. Peki onca insanla nasıl tanışır, arkadaş olabilirsin ki? Basit: Yalakalık bir yemek olsaydı bu hanımefendinin iştahı asla kesilmezdi"
Sinir bozucu bir gülümsemeyle arkadaşına cevap verdi:
- Dedi, belediye başkanı! -dedi ve dirseğinden destek alarak sol kolunu samimi bir şekilde Şafak'ın omzuna yasladı.- Sen onun kusuruna bakma. Yoluna bak, s*ktir git kanka!
Gereksiz samimiyet, ihtiyaç duyulmayan iletişim. İçinde bulunduğu durumun ne kadar rahatsız edici olduğu Şafak'ın suratına yansımıştı bile. İzci olan devam etti:
- Evet kanka! Alınmıyorsun değil mi? Sonuçta arkadaşız olum.
Yalaka keyiflendi ve bu diyaloğu devam ettirmek istedi:
- Uzaktan!
- Çok uzaktan!
- En ön, sağ köşe sıradan!
Sinir hücrelerini hedef alan bir ok gibi süzüldü cümleler. Sol kulak arkasından ensesine doğru inen bir ağrı saplandı sonra. "Bu alaycı tavrın alaycı bir karşılığı olmalı!" diye düşündü fakat bazen kelimeler bir araya gelmekte zorlanır. "Bazen mi? Tek yapmam gereken konuşmak, bense bekliyorum!"
Şafak göz teması kurmaktan kaçındı ve dişlerini sıktı. Bu sefer daha anlaşılır bir şekilde mırıldandı:
- O köşeyi dönmemeliydim... -diyerek hayıflandı. Karşılık verilmişti, herhangi bir tepki bekliyordu fakat bu sefer izci ile yalaka oralı olmadı çünkü aralarında hararetli, alaycı bir sohbet dönüyordu. Onu duymamışlardı bile. Ensesine doğru inen ağrı, kulak zarına çınlama eşliğinde geri döndü. Hareketli bir gün. Sıradan mı? Evet! Koş! Hayır, dur! O hala orada, aralarında. Şeytanın alev saçan, hayal kurduran gözleriyle temas etmedi henüz. Tam karşısında duvar gibi dikilen ekürinin arasından merdivende oturan ikiliye doğru hayali bir yarık açıldı sanki. Artık ekibin diğer iki üyesiyle de göz teması kurabiliyordu.
"Biricik bir asker. Obabaşı gibi basit bir rütbeyi kabul etmeyecek bir kibir."
- Hep merak etmişimdir. Her gün, okul biter bitmez ne bu acele diye? Gerçekten eve mi kaçıyorsun? -dedi, sigarasından bir duman aldı ve gözlerini Şafak'a dikti.
En karanlık sırrınızın gün ışığına çıktığı o an, öyle bir an ki; güneşin zümrüt gibi parıldayan ışıltısı, yıllardır tabut hayatı yaşayan bir vampiri ilk kez süzüyormuşçasına yaşanıyor. Hiç beklemediğiniz bir anda, hiç beklemediğiniz bir sokak arasında. Ortada alaya alınacak, küçümsenecek bir mesele olmasa da...
Asker ağır hareketlerle doğruldu ve ayağa kalktı. Basamakları hızlıca inip Şafak'a doğru yürüdü.
- Cevap vermeyecek misin?
Cevap gelmedi, sadece dinlemekle yetindi.
- "Köşeyi dönmemeliydim." mi? Neden? Arkadaşların çok mu sıkıcı?
Cevap gelmedi, sadece dinlemekle yetindi.
Bu sessizlik izcinin hoşuna gitmedi ve lafa girdi:
- Sen miymişsin sıkıcı? Hahayt! Bu sokak lambası nasıl eğleniyormuş koşa koşa gittiği o evde? Kesin Tik Tak keşfetinde saatler harcıyordur. Hatta salak gibi video çekiyordur! -dedi gülerek.
Yalaka:
- Abi! Ayıp oluyor ama!
Tüm gözler yalakaya döndü, -Şey, bana... -diyerek devam etti. Mahcup olduğunu hissedip toparlamaya çalıştı.- Hem bu onu da beceremez. Hala oyuncağı vardır bunun, evcilik oynuyordur haspam!
İzci bozuntuya vermek istemedi ve ona kızdı.- Gel şuraya! -dedi kolundan çekiştirerek. Onu belinden kavradı ve olan biteni izlemek için apartman duvarına yaslandılar. Asker onlara cevap vermedi, sadece dinlemekle yetindi. Biten sigarasını yere attı ve sağ ayağıyla çiğneyerek söndürdü.
Tam bu sırada Şafak, dört kenar üçgene ayrılan sürenin sonuna geldiğini hissetti. Takati kalmamış, sinirleri yeterince bozulmuştu. Anlaşma tek taraflı feshedildiğinden fesih sonuçları devreye girdi ve şaşırılmayacak bir karar verdi. Çekip gitmek(!) Soluna döndü ve birkaç adım attı. Gitmeye yeltense de travma kaynaklı asker refleksi onu durdurmaya yetti ve bir çelmeyle yere kapaklandı.
Asker:
- Romeo! Bizim gibi sıkıcı olmayan biri var burada, ona selam vermeyecek misin? -dedi ve yanına yaklaştı. Kaldırmak için yardım etmek istermişçesine elini uzattı ama cevap gelmedi, Şafak sadece dinlemekle yetindi.- Bu yıkık ama gururlu bakışların...
Yardım eli uzatan bir askere karşılık vermemekten daha düşmanca bir beyan yoktur herhalde. Asker bunu aşağılayıcı bir hareket olarak gördü ve kendince haklı sebepleri vardı. Elinin havada kalması onu fazlasıyla sinirlendirmiş olmalı ki o yüksek irade timsali dik duruşunu çok da bozmadan iki elini de hızlıca Şafak'ın boynuna doğru savurdu ve gömlek yakasını sıkıca ellerine doladı. Şafak'ın boşlukta savrulan üst bedenini kendi kafa hizasına doğru kolayca çekti. Yüzleri neredeyse dip dibe gelmişti. Sağ el avuç içini, aşağılarmış gibi Şafak'ın sol yanağında gezdirdi. Sonra sol şakağından yukarı alnının ortasına doğru devam etti ve bir anda saçından tutup kavradı. Göz teması kurabilmek için Şafak'ın kafasını hızlıca kaldırdı.
Asker:
- Midemi bulandırıyor a*ına koyayım! -dedi ve biraz bekledi.- Cevap bile vermiyorsun!
İzci durduğu yerden seslendi:
- Bot bu bot! Bildiğin bot bu yavşak!
Asker, göz teması kuramayacak şekilde kafasını duvardaki ikiliye doğru hafifçe çevirdi. Yalaka sağ dirseğiyle izcinin böbrek hizasına doğru vurdu. Bir telkindi bu. Asker onlara cevap vermedi, sadece dinlemekle yetindi ve sözüne devam etti:
- İşte ben buna kat-la-namıyorum! -dedi ve Şafak'ın gözlerinin içine bakarak fısıldadı.- Yine de bir şey soracağım. Salak mısın olum sen? Bugünün geleceğini bilmiyor muydun? -durdu ve gülümsedi.- O da burada, aramızda diye yolunu değiştirmedin değil mi?
Sessizlik.
- Konuşsana lan! -diye bağırdı.
Sessizlik.
- Konuşsana olum! -dedi ve sertçe vurdu.
Şeytanın alev saçan, hayal kurduran gözleri... Kendini ne kadar günahtan, temastan uzak tutsa da Şafak istemsiz bir şekilde cehenneme adım atmıştı bile. Daha ilk adımda göz göze geldiler. "Neden? Bu da mı şans? Bu sokak arasında yan yana yürüyebilirdik mesela. Neden onlar?" diye düşünürken farkına bile varmadı. Kahırdan ölüyorsun ve hala nedenini merak ediyorsun. Ne önemi var? Ölüm tek başına bile yeterliyken "neden" gibi basit bir sorunun ne değeri var? Şafak'ın boş bir çuval kadar hafif vücudu ve merdivene doğru tereddütsüz, boş bakışları askeri rahatsız etmeye yetti. Süre doldu!
- Sinirlerimi bozuyor! -diye kükredi.
Sessizlik.
- Bu dertsiz tasasız hallerin, -dedi ve vurdu.
Sessizlik.
- Bu rahatlığın, -dedi ve vurdu.
Sessizlik.
- Bu kral tacı yalnızlığın, -dedi ve daha sert vurmak için sağ kolunu omuzundan itibaren olabildiğince yukarı kaldırdı. Kanlar içindeki sağ eli; batmakta olan güneşin cam gibi kırılmış, sokak boyu uzanan ışıltısını kapattı. Asker, güneş tutulmasını sonlandırıp tam yumruğu indirecekken şeytan olaya müdahil oldu ve askerin kolunu bilekten kaptı.
Sessizlik bozulmalı, tılsım çözülmeliydi.
Asker, hala yakasından tuttuğu Şafak'ı sakince yere bıraktı. Kulağına eğildi, bir şeyler fısıldadı ve doğruldu. Kendi üniformasını inceledi, ceplerini karıştırdı ve üstüne sıçrayan kan damlalarını fark etse bile aldırış etmedi. Duvardaki ikiliye dönüp:
- Gidiyoruz... Çakmağım sende mi kanka?
Hiçbir şey yaşanmamış gibi... Sık sık kaybedilen çakmaklardan, günün geri kalanından bahsederek batmakta olan güneşin son ışıkları eşliğinde ilerideki caddeye doğru sokak boyu yürümeye başladılar.
...
"Kapatın şu pencereyi,"
- - I - -
- Tüm anıları unut, tüm anıları unut, tüm anıları unut, tüm anıları unut!
- - I - -
"Gidin başımdan!"
- - I - -
- Tüm ihtimalleri unut, tüm ihtimalleri unut, tüm ihtimalleri unut, tüm ihtimalleri unut,!
- - I - -
Mahalleli kadın seslendi:
- Görüyor musun? İki dakikada haşat ettiler çocukcağızı... Aradın mı polisi?
Karşı apartmanın penceresinden cevap geldi:
- Aradım aradım da bıktım vallahi bıktım, hani bekçi midir neyim kolaçan oluyordu buralara?
- He vallahi, beylik de vermişler onlara kız.
- Kız bırak, s*ke sürülecek akıl yok onlarda! Külahıma anlatsınlar. On yaşında çocuklar ot yuvasına çevirdi burayı. Her gün ayrı kavga gürültü.
Şafak yavaşça ayaklanıyordu.
Kadınlar fark etti:
- Vallahim kalkıyor! -dedi ve seslendi.- Yavrum iyi misin? Bir şeyin yok ya?
- Oğlum siz aynı okulun öğrencisi değil misiniz? Ne bu eziyetler? Biz de illallah ettik artık. İyiliğinizi düşünüyoruz yavrum...
Dinlemedi. Çoktan ağır adımlarla yürümeye başlamıştı. Koş! Hayır, hayır! Yürü! Sadece yürü... Tekrar ve tekrar boyanmış şu boktan duvarlara paralel yürü. İşlek bir caddeye uzanan bu bok çukurunda yürü. Orada, tepede bir güneş vardı, şimdiyse o güneş; son kez gölgesini düşürüyor. Senin yüzünden! Kanlar içindeki yüzünden! Geride kalan her bir adım için bir anı bırakıyor güneş. O anılar birer gölgeye dönüşüyor, seni yere seriyor güneş. Işık sana ihanet ediyor.
- Yaptım...
Caddeye ulaşmasına az kalmıştı.
"Yıllar sonra ilk kez cesaret belirtisi gösterdim."
Çevresindeki insan kalabalığı tek tük artmaya başladı. Akşam vakti, saat: 16.10. Birçoğu için mesai saati bitti, diğer bir çoğunluk için hayat yeni başlıyor.
"O da medeni olmaktan uzaktı,"
Ayak uçlarına kadar tesir eden bir yorgunluk sezdi. Başı ağrıyor, ayakta dahi zor duruyordu.
"O da..."
Sol kolu titremeye, dizleri tutmamaya başladı. Diğer yandan baş ağrısı iyice şiddetlendi.
- Ben olmaktan uzaktı..!
Dur artık. Yere yığıldı. Dur! Yürümek? Koşmak? Susmak? - - I - - Sus! - - I - - Beklemek? Düşmek? Konuşmak? Dur! Koşmak? Koşmak! Koşmak! Koşmak! Dur! Yürüme! Koşma! Susma! - - I - - Sus! - - I - - Bekleme! Düşme! Konuşma! Sus! Bilinci kapanıyordu. Rugan, düğme, rüzgar, çivi, led, spor, köpek, çimen, gömlek, kablo, kiriş, viraj, küpe, beton, saat, uçak, - - I - - Sus! - - I - - motor, günah, kadın, kahve, ter, direk, cam, kadın, buhar, adım, kuş, satır, kadın, kadın, kadın, kadın, - - I - - SUS! - - I - -
...304Please respect copyright.PENANAoPWHA1BLyD
304Please respect copyright.PENANAqTV7a1R2bh