📱
- ...kü onu tetikleyen bir şey vardı! Her sabahın körü saat beşte uyandıran, s*ktiğimin spor salonuna götürüp kanının son damlasına kadar antrenman yaptıran bir neden adamım! Dinley...
Geç.
- Bunu biliyor muydunuz? Ayılar kış uykusundan uyandığında yarı yarıya kilo kaybeder. Bunun gibi sıra dışı bilgileri öğrenmek için takip etmey...
Seçenekler. İlgilenmiyorum. Geç.
- İşte kan donduran o olayın kamera görüntüleri! Dün gece saat üç sularında, Kocaeli'nin İzmit ilçesinde meydana gelen vahşetin ayrıntıla...
Seçenekler. İlgilenmiyorum. Bu Reelz videosu beni rahatsız ediyor. Geç.
- Motivasyon sağlayarak başarıyı elde etmek için bu beş adımı uygulayın: 1) Kendinizi motive etmenin yollarını belirleyin, 2) Başkalarının enerjisine dokunun, 3) ...
Geç.
- ...di başla! Oblomov olma! Verimli ders çalışmanın 6 yol...
Geç.
Geç.
Geç.
Geç.
📴
Sandalyesinden kalktı ve lambayı söndürmek için dosdoğru kapıya yürüdü.
...
Sınıf öğretmeni anlatıyor:
- Sıradan bir çocuktu. Pek konuşmaz, konuştuğu zaman diken üstünde hissederdi. Hatırlıyorum da ders kitaplarının kenar boşluklarına bir şeyler karalardı. Son senesiydi, bir vukuatını falan da görmedik. Zaten ödevlerini aksatmaz, sınavlardan geçer not alırdı.
Durdu ve biraz düşündü. Bir eli gözlüğünde devam etti:
- En ön, sağ köşede oturur; sırasının hemen yanı başındaki pencereden şehri, manzarayı seyrederdi. Sonraları fark ettim. Genelde gökyüzünü seyrederdi aslında. Şehri değil de gün boyu hareket halinde olan güneşi izliyordu mesela. -Yadırgayıcı ve biraz sorgulayıcı bir bakışa maruz kalınca durdu. Kendini savunma ihtiyacı hissetti.- Bakın, bunu konuşmadık değil, konuştuk! Diğer hocaları da aynı şeyi söylüyor. Hem söyleyin! Böyle bir davranışa nasıl engel olabiliriz ki? Ta ki son derse, güneş batıncaya kadar. Öylece izliyormuş... Bana öyle geliyor ki; dağ yamaçlarında, tepelerden birinde, en tepesinde kendini görüyordur. Tıpkı bir kral gibi. -yanlış bir şey söylediğini düşündü ve tedirgin oldu. Kendini daha iyi izah etmek isteyip söze atıldı.- Şey! Arkadaşları ona böyle seslenirdi. Kendi aralarında bir geyiktir diye düşünmüştük, hatta bir lakap. Bu yaşlardaki gençlerde pek rastlanır bir durumdur bu. Daha fazla ne söyleyebilirim, inanın bilmiyorum! Dediğim gibi pek konuşmaz, konuştuğu zaman da yanlış bir şey yapıyormuş gibi hissederdi.
...
Sandalyesinden kalktı ve gösterdiği ilgi alaka için önce müdür yardımcısına sonra öğretmenlere teşekkür etti. Yüzlerindeki telaştan ve meraktan bunalmış olsa gerek Türk kahvesi ikramını kibarca reddetti ve kendini dışarı attı. Koridoru öğretmenler odasına bağlayan duvardaki pano dikkatini çekti ve zaman öldürmek için iyi bir fırsat olduğunu düşündü.
Gençlerimiz için, yarınımız için!
- Şefim!
Kariyerinizde doğru yolu bulmak ve geliştirmek için...
- Şefim! -diye daha yüksek bir perdeden tekrar seslenip omzuna dokundu. Ekip Amiri üstündeki dalgınlığı tek bir soruyla savuşturmak istedi:
- Var mı bir şey?
- Hayır, Şefim. Hocalarda?
- Konuşuruz.
Merdivene kadar koridor boyu yürümeye başladılar. Nevzat Amir bir yandan yürüyor bir yandan da koridor boyu belli aralıklarla yerleştirilmiş kırmızı yünlü panoların üstündeki afişlere, bu afişlerin büyük puntolarla yazılmış başlıklarına göz gezdiriyordu. Her bir pano farklı bir içeriğe sahipti: Dereceyle mezun olmuş eski öğrenciler, "güzel bir gelecek" vaatleri, üniversite reklamları, öğrencilerin fırçasından (resim öğretmenlerinin derlediği) seçme işler ki bu sergileme yöntemi yılların klasiğidir, dini konseptler ve yarışmalar, 15 Temmuz ve 19 Mayıs gibi milli günlerin coşkuyla ve kutsal bir erdemle kutlanması vb. içeriğe sahip birçok pano vardı. Çok geçmeden Ekip Memuru Nesrin lafa girdi:
- Yer yarılmış da içine girmiş sanki.
- Ve bundan yerin bile haberi yok, değil mi?
Okulun girişine, bahçeye park ettikleri araca kadar yürümeye devam ettiler. Öğle arasının henüz bitmediği, etrafta yürüyüş halinde olan öğrenci kalabalığından rahatça anlaşılabiliyordu. Nesrin araca yaklaşırken anahtarıyla kapı kilidini açtı. Tam aracın önüne geldiklerinde Nevzat Amir arkasına, okul binasına doğru döndü ve yukarıda, bir sınıfın penceresinden bahçeyi izleyen bir kız öğrenci gördü. Bu öğrencinin onlara doğru baktığını fark etmesi uzun sürmedi. Sürücü koltuğuna oturmak üzere olan Nesrin'e ağız ucuyla seslendi:
- Nesrin, öğrencilerden hiç mi bir şey çıkmadı?
- Kendi sınıfı dışında kimseyle bir ilişkisi yokmuş Şefim. Maalesef sınıf arkadaşları da elle tutulur bir şey söyleyemedi. -diye yanıtladı kafasını ön camdan beri uzatıp.
- Anladım.
- Bir sorun mu var?
- Yok, gidelim.
...
Asker, ilk bakışta rahatça anlaşılabilir bir memnuniyetsizlikle müdüriyet odasından çıktı. Alt sınıftan bile olsa ne olup bittiğini merak eden bazı öğrenciler müdür odasına doğru istiflenmiş bir şekilde merdivenden beri müdür odasına doğru rastgele sıralanmış, kulaktan dolma bir şeyler duymaya, herhangi bir şey öğrenmeye çalışıyordu. Kapının biraz önünde onu izciyle yalaka karşıladı. Yalaka yapması gerekeni yapmalıydı:
- Ne oldu abi? Bir sıkıntı falan çıkmadı ya? Çıkmadı, değil mi?
Asker arkasına bakındı ve kapının kapalı olduğundan emin olmak istedi. Herhangi bir yetişkin göremeyince ikisine doğru eğildi:
- Ne gibi bir sıkıntı çıkabilir am*na koyayım? Size sordukları gibi bana da birkaç soru sordular işte. Cemile nerede kanka?
- İlk çağrılan oydu. O da beklemek istemedi, sınıfa çıkacağını söyledi. -dedi izci.
- Öğle arasında mı?
Sessizlik.
- Neyse ne! Hadi gidelim.
Yalaka ve izci, hayatlarında ilk kez deneyimledikleri bu polis sorgusunun yan etkileri karşısında asker kadar soğukkanlı davranamıyordu. İçlerindeki gerginlik ve telaş dillerine vurmak istiyordu fakat izole bir ortama ulaşıncaya kadar sabretmeleri gerektiğinin farkındaydılar. Binadaki öğrenci kalabalığını atlatıp arka bahçeye, her zaman vakit geçirdikleri yere doğru yola koyuldular. Yalaka, dışarı atmak istediği kötücül enerjiyi bacaklarına yönlendirmiş, birkaç adım önden, en önden gidiyordu. Hemen peşinden takip eden izci, yalakanın kolundan çekiştirmeyi birkaç kez denese de bir türlü onu yavaşlatamadı. Taş duvarın yine taştan tereğine yan yana sıralanacak şekilde oturdular. Soldan sağa: En önde koşturan yalaka, peşine izci, en geriden gelen ve en son oturan asker. Yalaka sorgunun yan etkilerini ve tedirginliğini hala koruyordu ve kısa süren sessizliği bozan ilk kişi o oldu:
- Abi! Bakın, ben size diyeyim. Bu iş başımıza kalacak!
- Biz ne yapmışız da başımıza kalacak acaba? -dedi izci. İlk sınıflar dahil birçok öğrenci, öğle arası boşluğunu değerlendirip okul bahçesini turladığından bu üçlünün yakınından geçip gidenler vardı. Bu konuyu bu kadar hararetli konuşmak için uygun bir zaman olmadığını düşünen asker araya girdi:
- Bi' bekleyin..! -dedi. İzci durdu ve ona döndü ama yalaka aldırış etmeden söylenmeye devam etti.
- Ne mi yapmışız? Okuldan kaçıp bir kuytuda ot dönüyoruz, sınıf arkadaşımız olan çocuğu o sokak arasında kıstırıyoruz ve aramızdan biri gaza gelip tüm hıncını çocuktan çıkarıyor! Lan bu yeterli değil mi?
İzci:
- Değil abi! O süt bebesinin başına gelen her neyse bizimle bir a-la-ka-sı yok!
- Ya var-sa.! -dedi ve bir hışımla ayağa kalktı.
Sessizlik.
Yalaka, bir elini alnına götürdü ve parmaklarını alnıyla saçının başladığı yere mıhladı. Sakin kalmaya çalışıyordu. Diğer eli belinde, kendi etrafında çeyrek daire dönerek derince iç geçirdi.- Allahtan çantalarımızı aramadılar. -diye söylense de bir türlü siniri yatışmıyordu. En sonunda onlara dönüp alev püskürmeye başladı.- Abi anlamıyor musunuz? Polis bile ne olduğunun farkında değil! Çocuk ortadan kaybolmuş. Bir haftadır okula gelmiyor! Bu iş başımıza kalırsa biz ne yapacağız?
İzci aynı tondan ona eşlik etmek istedi ve o da ayaklandı. İşaret parmağını tehditkar bir şekilde yalakaya doğru sallayarak söze girdi:
- Sen böyle götünü yırtmaya devam edersen geri zekalı! Evet, başımıza kalacak!
Karşı karşıya, göz göze gelmişlerdi bile.
Sessizlik.
- Okul hayatın bir anda biter, tüm bu olanlar anne babanın kulağına giderse kim götünü yırtacak göreceğiz! -diyerek karşı cevap verdi yalaka. Böyle bir cevabı her ikisi de beklemiyordu. Yalakanın yoktan var ettiği bu ihtimaller izciyi derinden sarsmış olsa gerek gözleri fal taşı gibi açıldı. Daha 5 dakika önce yürüyüşünde, yüzünde takındığı o vakur ifade ve ciddilik, yerini onu yiyip bitirmeye başlayan bir kaygıya bıraktı. Asker, ekibin cuntası olduğunu hatırlayıp araya girdi:
- LAN YETER! -diye bağırarak ayağa kalktı ve bu darbeyle tartışmayı sonlandırmış oldu. Karşılarına geçip yüzünü onlara, sırtını okul binasına verdi. Tane tane, ağır ağır konuşarak başladı söze.- Millet bize bakıyor, sakin olun. -dedi ve bundan sonrasını daha tehditkar ama kısık bir sesle devam etti.- Şu sorgu olayına gelirsek eğer bir şey olacağı falan da yok! Bu yüzden tartışmayı bırakın. Aramızdan biri gidip ot mot falan saçma sapan şeyler öterse yemin billah fena olur! Hem biz suçlu değiliz. Bunu bilin yeter... -bu cümleyi üstüne bastırarak tekrarlamak istedi.- Biz suçlu değiliz!
Sessizlik.
İzci, göz ucuyla askere döndü:
- Evet... "Biz" suçlu değiliz.
...
Şehir, aracın ön camında büyüdü. Nevzat Amir, elindeki ders kitabını üstünkörü karıştırırken kenar boşluklara sıkıştırılmış, güzel bir el yazısıyla yazılmış birkaç satıra denk geldi:
Güneşin rüyasını yaşamak,
Bir mezarlığın betonuna karışmak istiyorum.
Bilin ki ben ölmedim,
Kalbi çürümüş bir annenin kanında yüzüyorum.
Bilin ki suçlarım dirildi!
Artık yaşamayan ölüler canlansın;
Kokuşmuş bedenlerin ışığında
Ben hakiki gölgeyim.
Asla yaşanmayacak olanın gölgesiyim,
Asla!
...
- Benden uzak dur! -diye bağırdı Şafak. Ayak tabanları hissizleşmiş, göz bebekleri küçülmüş. Sinirden gözyaşı döküyor, uzadıkça uzayan damarları o bebeklerin ağlayışına sığınmaya çalışıyor. Sesi, karanlığın şah damarını parçalarmışçasına koridorun her bir noktasına tekrar ve tekrar yayıldı. Hemen peşindeki gölge bir dağın zirvesi kadar yükselmiş, bir o kadar da büyümüş, bir çığın dehşetiyle üstüne düşebilecek mesafeye gelmişti. Koştukça onunla beraber yoktan var olan ve ilerlediği yönü işaret eden eller artık seyrekleşmeye ve hatta sayıları yok denecek kadar azalmaya başlamıştı. Bir doğru parçası kadar dümdüz ilerleyen bu koridorun sadece A noktasından B noktasını göstermekle yetinen o eller, birer birer kayboluyordu. Ne yardım ama! Ne bir kapı ne bir köşe... Yine de yalnızlığın ekşimiş tadı, koşmaktan bir kayısı eskisi kadar kurumuş boğazını nemlendirdi. Hemen ilerisinde parlayan, birbirine karışmış, gücünün tesiri o mesafeden bile hissedilen iki ışık huzmesi karanlığın içinden beliriverdi. Biri, daha toprakla buluşmamış bakir bir kar tanesinin beyazlığı kadar açık bir beyazla duvarın sağından koridora doğru fışkırıyordu. Peşindeki gölgenin tam karşıtıymış gibi bir aydınlıktı bu. Beyazın en özgür haliydi. O minicik kar taneleri birbirine o kadar sıkı tutunmuş ki kurtuluş denilen şeye kuvvet kazandırmış gibiydi sanki. Diğeriyse Şafak'ın koştuğu yönde, tam karşısında yer alıyor, aydınlığın tam zıttı bir koyuluk barındırıyordu. Bu koyuluk, hemen yanındaki beyaz ışın demetini bölüp üstün gelemiyor fakat kendi içerisinde ayrı bir kudret barındırıyor. Bu iki ışık huzmesi hemen arkalarında farklı bir mekan barındırıyormuş gibi hisseti Şafak. Surlarla çevrelenmiş iki farklı kalenin iki farklı giriş kapısı gibi. Biri iyiliğe, biri kötülüğe açılan iki farklı kapı. Ya koşmayı bırakıp gölgeye teslim olacak ya da birbiriyle yenişemeyen, tamamen ışıktan oluşan bu iki kapıdan birini seçmek zorunda kalacaktı. Durmak ve kaderine teslim olmak mı yoksa kaslarında dolaşan son enerjiyle koşmaya devam etmek mi? Devam etse bile hangisini seçmeliydi? Karanlıkta kaybolmak mı yoksa ışığa ulaşmak mı? Vakit geldi çattı. Karar verildi, seçim yapıldı. İçinden "Umarım yüzüme kapatmam!" deyip kendini aydınlığın kollarına, sağındaki girişe bıraktı. Uzun bir süre koşmamak üzere...
Ve hiçlikte kayboldu.
...
219Please respect copyright.PENANApdAgyHtcR6