Teneffüs zili çalınca baktım kızlar kendi halinde, hazır ortada başımın etini yiyecek bir Emre yokken birazcık eğlenmeye karar verdim.
Önce B sınıfına gidip Burak'a "Tuna seni sattı." gibisinden uğraşmaya başladım. Sonradan Betül de katıldı. Çocuğun başında "Otobüsün tekerleği yuvarlar, YUVARLAK..." diye dönmeye başladık.
Ama Burak arada bir "Manyak mısınız?" der gibi bakmak dışında bir tepki vermediği için sıkılmaya başladık ve ben de otobüslerin tekerleğinin yuvarlak olduğu gerçeğini bir de C sınıfına açıklamak istedim.
Bu yüzden C sınıfına geri dönüp bu sefer Tuna'ya "Burak seni sattı." (yaşasın kötülük) dedikten sonra Tuna'nın kalemliğini ödünç alıp içindeki silgiler, kalemler ve geri kalan ne varsa onlarla müthiş bir kule yapmaya çalıştım. 03.11.2022, 12.01-03.11.2022, 12.04 (Huzur içinde yatsın) Eğer Kadir tarafından yıkılmasaydı güzel bir kule olabilirdi. :(
Benim zavallı kulem yıkıldıktan ve Tuna'nın eşyaları sınıfın dört bir yanına saçıldıktan sonra ders başladı ve uzuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuuun mu uzun bir İngilizce dersine giriş yapmış olduk.
...
Sevgili hocamız bize genel olarak "Yeter artık adam olun lan!" temalı bir nutuk çektikten sonra (Ben dinleyemedim çünkü Emre'nin dolaşık zincirlerini çözmek gibi daha önemli işlerim vardı.) nihayet son ders de bitti ve hepimiz 18 yaşındaki gençlerden beklenmeyen bir mutlulukla eşyalarımızı toplayıp sınıftan ayrıldık.
Yaren ve Eylül servise yetişmek için çoktan yok olmuşlardı bile. Ben de apar topar ne kadar eşyam varsa çantaya tıkıp beni beklemekten kök salmış olan Güneş'le birlikte, Emre'yi sınıfından alıp merdivenlerden atlayarak inmeye başladık.
Sebebi bilinmeyen bir coşkunun esiri olan Emre, Pepe'nin klasiklerinden "Kalbim Kırıldı"yı söylemeye başladı. Bir yandan da şarkıya göre merdivenleri atlıyordu. Çok bekletmeden ben de ona katıldım.
Koridor; Pepe'nin değerli ittirgitinin haylaz kardeşi Bebe tarafından kırılması üzerine yazılan ve sonunda Bebe'nin yoğun bir vicdan azabı çekmesiyle sonuçlanan o acıklı hikaye ile inlerken, Güneş sadece oradan geçen zavallı bir vatandaşmış gibi davranmaya çalışıyordu.
Pepe, Küçük Kırmızı Balık, Otobüsün Tekerleği ve daha birçok eşsiz şaheseri gururla dile getiren biz sanatçılar ise onun bu halini pek takmıyorduk.
En son söylenecek şarkı kalmadığında Güneş'i rezil etme konusunda level atlayıp bahçeden geçen insanları durdurarak "Biz kardeşiz." deyip geri bırakıyorduk. 12. sınıf bir abla Güneş'e dönüp "Allah kurtarsın." diyene kadar gayet eğlenceliydi. Abla bizi kendimize getirdikten sonra (Benim için bir problem yoktu ama Emre öyle düşünmüyordu sanırım) Hatice Abla (Güneş'in annesi) onları almaya geldi.
Böylece Tam "Yalnız kaldım." derken bir anda yanımda bir adet sırıtan bir Nilüfer belirdi. Elveda yalnızlık, belki bir gün buluşmak dileğiyle...
...
3. derse girdik ve sonra 4. derse... 5. derse girdiğimizde Emre hala ortada yoktu.
İlk başlarda arkadaşlarıyla ortaokul katından abur cubur kaçırmaya çalışıyorlardır ya da diğer binada hırsız-polis oynuyorlardır diye düşünsek de arkadaşlarından hiçbirinin onun nerde olduğunu bilmediğini öğrenince hepimiz endişelenmeye başladık.
Güneş sınıfta dört dönüyor sakin kalmaya çalışıyordu.
"Şu çocuğu bir bulayım canına okuyacağım onun."
Eylül hala bir çıkış yolu bulmaya çalışıyordu.
"Arkadaşlarından hiçbiri görmemiş mi?"
Nilüfer: Hayır.
Ben de o an sahip olduğum bütün mantığımı konuşturup bir tahmin yürüttüm.
"Belki de araları bozulmuştur. O da trip felan atmaya çalışmıştır? "
Nilüfer:...
Güneş:...
Eylül:...
İpek:....
Yaren:...
Diğerlerinin bana attığı bakışlara karşılık olarak kafamı yana eğip mırıldanmaya başladım.
"Ne yani olamaz mı?"
İpek gözlerini devirip, sonra da Güneş'e döndü.
"Tamam, hemen moralinizi bozmayın."
Yaren de İpek'i onaylayarak, teselli eder gibi Güneş'in omzuna dokundu.
"Aynen, boşu boşuna endişelenmeyelim. Sonraki teneffüs Emre'nin sınıfına gideriz olur biter."
Omzumu silkip "Olur." dedim. Güneş ise sessizliğini sürdürüyordu. Bir ara ağzını açacak gibi oldu ama Cahide Hoca'nın gözlerini buraya dikmesiyle bir şey söyleyecekse de boğazında kaldı.
"Eeeee kızlar, çay kahve?"
...
Cahide Hoca bizi derste konuşmamamız gerektiği hakkında bir güzel azarladı ama pek umursamadık çünkü bence hepimiz Emre'nin fiilimsilerden daha önemli olduğu konusunda hemfikirdik. -Cahide Hoca'nın öyle düşünmüyor olması hiçbir şeyi değiştirmezdi.-
Gene de dersin geri kalanını dinlemeye çalıştım, gerçekten denedim. Ama kulağımın içinden giren her şey daha öbür kulağıma varmadan buharlaşıp yok oluyordu.
Diğerlerinin de benden bir farkı yoktu sanırım. Eylül'ün yüzü odaklanmaya çalışmaktan kıpkırmızı olmuştu, İpek sürekli kıpırdanıp duruyordu ve hayatımda Yaren'i bir kez olsun saate bakarken görmemiştim.
Ama Güneş'in durumu çok daha kötüydü. Kafasını kollarına gömmüş öylece duruyordu. Öylece....hiç hareket etmeden.... Hatta bir ara Cahide Hoca'dan, Güneş'in nefes alıp almadığını kontrol etmesini isteyecek kadar hareketsiz duruyordu.
Ta ki zil çalana kadar.... Tüm ders sessizce yerinde oturan Güneş zilin sesini duyduğu anda daha Cahide Hoca çıkabilirsiniz demeden kapıyı çarparak açıp ortadan kaybolmuştu bile.
Pekala, şimdi Güneş yanlarından Flash hızıyla geçtiğinde 10 metreyi 2 saniyede koşan erkeklerin yüzündeki ifadeyi görmenin güzel olmadığını söylesem yalan olurdu. Gerçi o esnada Güneş ses hızının ötesine geçecek derecede koşuyordu.
"Acaba Emre'yi bulunca Güneş'i olimpiyatlara falan mı yazdırsak?" diye düşünmedim değil ama şu anda daha önemli işlerimiz vardı. Biz de Güneş kadar olmasa da elimizden geldiğince koşarak Güneş'e yetişmeye çalıştık.
Sınıfa geldiğimizde Kübra Hoca dışında herkes gitmişti bile.
Nilüfer, nefes nefese kapıya yaslandı.
"Güneş... Beklesene ya..."
Ama Güneş'in beklemeye pek niyeti yok gibi görünüyordu.
"Kübra Hocam bir şey sorabilir miyim? Emre'nin nereye gittiğini biliyor musunuz?"
Kübra Hoca endişeli bir ifadeyle Güneş'e bakıp, konuşmaya başladı.
"Kuzum ya, ben de sana onu soracaktım sana. Çok endişelenme ama Emre bu derse girmedi."
Zaten panik olan Güneş, duyduğu sözlerden sonra iyice kötü olmuştu.
"Girmedi- mi?"
Kübra Hoca yardımcı olmak istermiş gibi şefkatle gülümsedi.
"Evet kuzum, sınıftakiler diğer derslerde çok sessiz olduğunu söylediler. Belki revirde olabilir, git bir bak istersen." -Kübra Hoca'nın şefkatli gülümsemesi<3-
Güneş bir süre sessiz kaldıktan sonra kendini gülümsemeye zorlayarak kafasını kaldırdı.
"....Peki hocam, teşekkür ederim."
Kübra Hoca: Bir şey değil bir tanem.
Hepimiz donup kalmıştık. Emre ve revir mi? Asla bir araya gelmeyecek bir ikili. Emre bir yangından kurtulup sonra da bir grup ayyaş tarafından bıçaklansa gene revire gitmezdi. Nefret ediyordu oradan.
Sürekli revire sadece sulu göz veletlerin gittiğinden bahsedip dururdu. Ve pekala bunu yanımdan koşarak geçip hızla revire giden Güneş de biliyordu. Ama gene de gitti... Biz de her ne kadar imkansız olsa da Emre'nin revirde olma ihtimaline karşı Güneş'in peşinden gittik.
Ama Emre revirde değildi, yemekhanede ya da ortaokul katında da yoktu. "Belki de kötü hissettiği için eve gitmiştir." diye düşündük ama çantası ve telefonu buradaydı.
Resim sınıfına doğru koşarken Güneş'in ağladığını fark ettim. Eylül de İpek'i sakinleştirmek için arkada kalmıştı. Bütün okula baktık. En olmayacak yerlere bile. 2 binanın altını üstüne getirdik ama ortada Emre yoktu.
Sakin kalmaya çalışarak kendi katımıza çıkarak Fatih Hoca'ya haber vermeye karar vermiştik ki sağ koridordan gelen bir ses bize engel oldu.
"ABLA!?"
ns 15.158.61.20da2