Mira, en son 5 sene önce kapattığı demir kapıyı tekrar açıyordu. İçeride kocaman bir bahçe, eve yürümeyi kolaylaştıran taş bir yol ve devasa ağaçtan ve taştan yapılmış ev vardı. Bu evin yapılış hikayesini hatırlıyordu. Anneannesi doğayı hep sever, hep iç içe olmak isterdi. Dedesiyle olan konuşmalarında da bunu açıklar, keşke bir evimiz olsa ormanlıkta, kışları, tatilleri orada geçirsek derdi. Hep bir şekilde ertelemek zorunda kalan dedesi sonunda doğru zamanı bulup yaptırdığında, ev tamamlandığında evde sadece birkaç yıl kalabildikten sonra anneannesi vefat etmişti.
Mira henüz yeni doğmuştu bunlar yaşandığında. Anneannesi maneviyatı yüksek bir kadındı. Ölmeden önce Mira'yla çok vakit geçirmiş, onun için çok dua etmişti. Vefat ettikten sonra dedesi bu evi annesine ve babasına hediye etti. Mira'nın da doğuşuyla, iki abisiyle beraber güzel, neşeli bir yaşam sürmelerini dileyerek vermişti. Eşiyle beraber geçirmeyi umduğu vakitleri burada kızı ve damadının torunlarıyla beraber geçirmesini istemişti.
Her kış buraya gelir, bir ay boyunca ailecek vakit geçirirlerdi. Ormanlık bir alanda, tabiri caizse bir köyde olmasına rağmen şehir merkezine yakın olduğundan iş anlamında sorun yaşamıyordu kimse. İşin sahibi kendileri olduğundan ne kimse onlara bir şey diyordu, ne de onlar işlerini aksatıyordu. Dedesi her ne kadar başta istemese de kızının ısrarıyla onlarla beraber kaldı. Hatta zaman zaman teyzelerinin, dayılarının, amca ve halalarının da onlarla kaldığı oluyordu.
Çocukluğuyla ilgili hatırladığı en canlı anıları bu evde geçmişti Mira'nın. Kuzenleriyle beraber yaptığı su savaşları, anne babalarına bazen dedelerine yaptıkları şakalar, geceleri beraber izledikleri korku filmleri, hatta gece uyuyamayıp beraber salonda durmaları, hepsi hala çok canlıydı. Bu aktiviteler sadece kuzenleriyle değil, çocukluk arkadaşlarıyla da geçiyordu. Bölgede birkaç tane daha ev vardı. Bir nevi köy gibiydi o bölge. Diğer evlerin sahipleriyle de arkadaştı aileleri. Çocuklarıyla beraber çok vakit geçirirlerdi. İlk arkadaşları onlardı.
Eve girmeden önce dışarıyı, bahçeyi dolaştı. Uzun süredir kimse yaşamadığı için evin çok pis ve dağınık olacağını, bahçedeki otların düzensiz olacağını tahmin etmişti. Bu yüzden babasından burayı düzenlemesi için birilerini ayarlamasını rica etmişti. O gelmeden birkaç gün önce her şey eski haline getirilmişti.
Çocukluğunu geçirdiği bütün o yerler gözünün önündeydi. Yüzmeyi öğrendiği havuz, abilerinin ve kuzenlerinin futbol oynadığı saha, mangal yaptıkları alan, bir sürü oturma takımı, salıncaklar, kaydıraklar, bir sürü yeşillik alan. Bahçe kapısından içeri girdi. Büyük cam kapının arkasında kocaman salon vardı. Antreyle beraberdi. Ana giriş kapısı ileride biraz solda kalıyordu.
Sağında büyük bir şömine, ileride sağda yukarı çıkan ahşap merdiven, büyük koltuk, oturma takımı, televizyon... İçerisi detaylıca dekore edilmişti. Evin tüm odaları öyleydi. Her bir eşya seçilirken ince elenip sık dokunulmuştu. Soldaki odadan mutfağa girdi. Yavaş yavaş karnı acıkmaya başlıyordu. En son sabah 7'de yemek yemişti ve saat 4'e geliyordu. Dolap tahmin ettiği gibi bomboştu. Neyse ki gelirken bir şeyler almıştı, hala arabada duruyordu.
Tekrar salona geçip üst kata çıktı. Geniş antrede birsürü kapı vardı. Kendi odasını hatırladı ve içeri girdi. Henüz bebek olduğu için anneannesi ve dedesi tarafından ona en güzel oda verilmişti. Büyüktü, manzarası güzeldi, güneş alıyordu. Büyük olmasının yanı sıra en sevdiği kısım çizgi filmlerde görüp özendikten sonra ailesinin yaptırdığı, camın önündeki oturma yeriydi. O geniş çıkıntıya örtü ve yastık koymuşlardı. Oraya sığdığı zamanlar orada uyuduğunu, annesinin daha sonra gelip onu yatağına yatırdığını hatırlıyordu.
Geniş, kocaman bir yatak, büyük gardıroplar, koltuk, televizyon, bilgisayar vardı. Bilgisayarın hala çalışıp çalışmadığını merak ediyordu, her ne kadar kendi bilgisayarını getirmiş olsa da. Yanında taşıdığı bavulunu gardırobun yanına yerleştirdi. İki bavul getirmişti, ikincisini de inip aldı ilkinin yanına koydu. Tekrar aşağı indi. Aldığı yiyecek içecek poşetlerini teker teker aldı, mutfağa yerleştirdi. Son kez arabayı kilitleyip kilitlemediğini hatırlamak için dışarı çıktığında farklı bir kişinin bahçeye girmiş olduğunu gördü.
Açık parlak ve dağınık sarı saçları dikkatleri üzerine çekiyordu. Beyaz teni, açık mavı gözleri ilgi çekiciydi. Keskin çene hattı ve kirli sakalları ona karizmatik bir hava katıyordu. Dik bir duruşu vardı. Üstünde koyu kahverengi deri ceket, altında beyaz tişört ve siyah pantolon vardı. Kim olduğu bir kilometre öteden bile anlaşılırdı, Ateş'ti bu. Tüm çocukluğunu beraber geçirdiği, komşusu, bir zamanlar en yakın arkadaşı olan Ateş.
Ateş kısa bir süre önce gelmişti buraya. Uzun zamandır gelmiyordu o da. Sadece birkaç işi çıktığında veya kafa dinlemek istediğinde. Mira'yı gördüğünde başta tanıyamadı. Uzun parlak kahverengi saçları, beyaz teni, açık kahve, ela karışımı gözleri, güzelliği ele verdi sonra. Üstünde blazer ceket, altında beyaz gömlek, siyah mini etek, siyah ince külotlu çorap, lüks bir markanın siyah çantasını takıyordu. Uzun botları dizlerinin biraz altındaydı.
Havanın yavaş yavaş kararıyor olmasına rağmen gözleri parlıyordu Mira'nın, aynı çocukluklarındaki gibi. Yine aynı güzelliğe sahip olmasına rağmen değişmişti. Büyümüştü bir kere. Artık daha olgun, daha büyük duruyordu. Yaşını gösteriyordu. Konuşmaya karar verdi. "Mira? Sen misin?"
"Ateş?" dediğinde ikisi de gülümsedi. Birbirlerine doğru yaklaştılar. İlk adımı Ateş attı ve sarıldılar. Mira da hemen karşılık verdi. Uzun zamandır görmediği arkadaşını çok özlemişti. O zamanki arkadaşlarının hepsi karşılıksız seviyordu onu. Şimdikiler gibi parası için, ailesi için değil. Onun ihtiyacı yoktu o şeylerin hiçbirine.
"Gerçekten sen misin?" dedi Ateş ayrılıp yüzünü inceleyerek. Mira başını salladı. "Benim. Uzun zaman oldu."
"Çok uzun zaman oldu. Nasılsın?"
"İyiyim, iyi olmaya çalışıyorum. Sen? Hiç değişmemişsin." dedi Mira.
"Ben de aynı. Sen değişmişsin ama. Büyümüşsün. En son 15 yaşındaydın değil mi?"
"Evet. Sen de 19 yaşındaydın. Bizim bahçede geçirdiğimiz zamanları hatırlıyor musun?"
"Tüm gün futbol oynardık. Akşam da beraber havuza girerdik. Ama sen oynamazdın, değil mi?"
"Oynamazdım." dedi Mira gülerek. "Siz o kadar sert oynardınız ki korkardım beni ezersiniz, düşerim kaldırmazsınız diye."
"Öyle bir şey asla olmazdı. Kimse kaldırmasa bile ben kaldırırdım."
"Biliyorum ama çocuktum işte. Salıncağı severdim ben en çok. Çok küçükken ayağım kırılmıştı. Herkes havuza girmişti, ben giremiyordum. Salıncakta sallanmak istemiştim. Sen diğerleriyle havuzda eğlenmek yerine yanıma gelip sallanmama yardım etmiştin."
"Hatırlıyorum. Çok sıkılmış görünüyordun. Yalnız kalmanı istememiştim. Çok tatlıydın küçükken. Annen saçlarını bağlıyordu tatlı tatlı."
"Teşekkür ederim." dedi sonunu uzatarak. "Dışarıda kaldın, içeri geçsene."
"Emin misin? Yorgunsundur, bir de ben yormayayım."
"Hayır, önemli değil. Lütfen geç. Eşyaları yeni taşıdım içeri. Bir şeyler yaparım bize yeriz."
"Yardım ederim o zaman." dedi ve beraber içeri geçtiler. Mutfağa girdiler. Ortadaki ada tezgahın üzerinde bir sürü poşet vardı. Ağır gibi gözüküyorlardı. "Bunları tek başına mı taşıdın? Ağırlar. Keşke ben taşısaydım."
"Sorun değil, birkaç kez git gel yaptım sadece. Hem düşündüğün kadar güçsüz değilim." dedi şakayla. İkisi de poşetleri açarak içindekileri yerleştirmeye başladı. Ateş yerlerini bilmediğinde Mira'ya soruyordu ama Mira da bilmiyordu. Kendi evindeki düzenine göre rastgele yerleştirdiler. Poşetler boşaldığında Mira Ateş'e oturmasını söyledi.
Ocağa dolapta bulduğu demliği koydu ve çay yapmaya başladı. Ne yapması gerektiğinden emin değildi ama Mira'yı bekletmek istemiyordu ve güzel yapacağına inandığı bir yemek yapmaya karar verdi. Tavuk sote kolay ve lezzetli bir yemekti. Mira'ya sordu ve ondan da onay aldıktan sonra dolaptan eti çıkarıp doğramaya başladı. Ateş yardım etmek istiyordu ama Mira reddetti.
"Yanlış anlamanı istemem, seni gördüğüme çok mutlu oldum. Ama neden geldin? Sanırım 5 veya 6 yıl geçti. Bunca yıl sonra, bir şey mi oldu? Gerçekten iyi misin?"
"Açık konuşmak gerekirse, çok iyi değilim. En yakın arkadaşım dediğim insanlarla ilişkimi kesmek zorunda kaldım, onlar yüzünden, yanlış tanımışım. Yalnız zaman geçirmeye ihtiyacım vardı. Aklıma burası geldi. Küçükken burada geçirdiğimiz masum zamanları özlüyorum. Ama merak etme, iyiyim." dedi sakince açıklayarak. Hala yemekle uğraşıyordu. "Sen? Sık sık gelir misin hala buralara?"
"Sık sık değil ama burayı seviyorum. Yılda birkaç kez gelmeye çalışıyorum. Gençliğimdeki en güzel anıların çoğu buralarda yaşandı. Bırakamıyor insan kolayca." Mira yemeği bitirmişti. Ateşin oturduğu tezgahın önüne koydu tavayı.
"Köri soslu, kremalı tavuk sote. Ayşegül ablanınki kadar güzel olamaz tabii ama, idare edeceğiz artık.", Ayşegül abla dediği kadın Ateş'in annesiydi. Ateşlerin evine gittiklerinde annesi onlara yemek yapardı, çok da güzel yapardı. "Annem Ankara'da. Bir gün gel, ne istersen yapar. Özlemiştir seni."
"Ben de özledim, bir gün gidelim." dedi ve ikisi de tavadaki eti yiyecekleri kadar tabaklarına koydu. Mira ilk ısırığı Ateş'in almasını bekleyecekti ama karnı çok açtı. Aynı anda ısırdılar. "Bu senden yediğim ilk yemek." dedi Ateş.
"Şaka yapıyorsun. Doğru ya, eskiden hiç yapmazdım. Nasıl olmuş, beğendin mi?"
"Çok güzel olmuş. Teşekkür ederim kelebek." Son kelimeyi duyduğunda duraksadı, gülümsedi. Ateş'e baktı. Bu lakabı hala hatırlıyor olması onu şaşırtmıştı. Ateş, Mira'nın gözlerinin parladığını gördü. O küçükken ona kelebek diye seslenirdi. Mira'nın da hoşuna giderdi, belli etmemeye çalışsa da kendini tutamayıp gülümsemeye başlardı. Henüz çocuklardı.
"Hala hatırlıyorsun."
"Hiçbir şeyi unutmadım minik kelebek." dedi, Mira'nın burnuna dokundu. Bu konuşmaları, beraber oturup yemek yemeleri ona eskiden ailesiyle beraber geçirdiği vakitleri hatırlattı. Şimdi kocaman ve bomboş gibi gözüken bu ev eskiden çok küçükmüş gibi hissettiriyordu. Annesiyle mutfakta yaptıkları sohbetler, babasıyla bahçede geçirdiği eğlenceli vakitler. En sevdiği kuzeniyle en saçma şeyleri konuşmaları, tüm sırlarını birbirlerine anlatışları... Gerçekten özlemişti. Bu karanlık oda o zamanlar aydınlıktı, ışık doluydu. Şimdi yağmur başlamıştı. O zamanlarda yağmur yağsa bile umursamazdı. Annesinin kızarak bağırmalarına rağmen arkadaşlarıyla dışarı çıkardı.
Yağmur şiddetlendi, şimşek çakmaya başladı. Mira'nın kalbi hızlanıyordu. Oldu olası yüksek seslerden korkardı. Yıldırımın bu şiddetli, güçlü sesi etkileyiciydi. Mira olduğu yerde kaldı, karnı doymasına rağmen hiçbir şey yokmuş gibi yemek yemeye devam etti ama zorlanıyordu. Ateş, onun korktuğunu hatırladı. Bir an büyüdükçe korkusu geçmiştir diye düşündü ama yemeği yiyişi değişmişti, gerildiği belli oluyordu. "Korkuyor musun?" Mira yalan söylemenin anlamı olmadığını düşündü. Birazdan Ateş evine gidecekti ve burada yalnız kalacaktı. Korkuyordu.
"Evet." dedi sessizce. Sanki itiraf etmekten korkuyor gibiydi. 20 yaşında bir kadının hala şimşekten korkması ne denli mantıklıydı? Kendine kızdı. Şiddetli çakan şimşekle içi titredi. Ateş düşündü. Onu yalnız bırakmak istemiyordu. "Seninle kalmamı ister misin?" dediğinde Mira ona baktı.
"Yapabilir misin? Seni uğraştırmak istemiyorum.133Please respect copyright.PENANAryZhHi7Id5
Ateş içtenlikle gülümsedi. "Seni bu havada böyle yalnız bırakamam. Benim evimde de kalabilirsin?"
"Sen nasıl istersen. Zaten benim yüzümden rahatsız olacaksın."
"Dert etme. İnan bana, sorun değil. Yağmurda dışarı çıkmayalım. Burada kalırız." Mira mahcup olmuştu ama çakan şimşekler onu tekrardan gerdi. "Uykun gelirse söyle, yukarı kata çıkarız. Film izlemek ister misin?" dediğinde Ateş onayladı. Mira atıştırmalık bir şeyler getirmeyi teklif etti, Ateş de ona yardım etti. Birlikte abur cuburları bir tabağa koydular, salona geçtiler. Hava soğumaya başlamıştı. Ateş üşümüyordu fakat Mira'nın üşüyeceğini düşünerek ona battaniye almaya gitmesini, onun da filmi açacağını söyledi. Filmler arasında dolaşırken Mira'nın en sevdiği animasyon filmini, Rapunzel'i gördü. Babasından Rapunzel'inki gibi mor elbise istemişti ve iki gün boyunca o elbiseyle gezmişti. O halleri o kadar tatlıydı ki. Gülümsedi. Mira da geldiğinde oynat tuşuna bastı. "Rapunzel mi bu?" dedi şaşkınlıkla gülerek. Ateş başını salladı. "Eskiden çok severdin."133Please respect copyright.PENANApANVnkk56J
"Evet. Hala seviyorum." Ateş'in onunla ilgili neredeyse her detayı hatırlayışı onu etkilemişti. Film devam ederken Ateş'in küçüklüğünü düşündü. Onu ilk abilerinin arkadaşı olarak tanımıştı. Başlarda daha az gelse de, onun ailesiyle kendi ailesinin yakınlaşmasıyla daha sık gelmeye başlamıştı. Dolayısıyla daha çok vakit geçirmeye başlamışlardı. Futbol maçlarını, onların bilgisayar oyunu oynayışlarını izlemeyi çok severdi. Abileri bu tarz oyunlarda Ateş'e göre kötüydü. Ateş'in olduğu her takım çoğu zaman kazanıyordu. Ateş'ten önce abilerini en iyi sanan Mira, Ateş'i hayranlıkla izliyordu. Biraz daha büyüdüğünde, onu da oyunlarına dahil ettiklerinde Mira iyi oynayamadığı için hep sona kalıyordu. Ama Ateş kaptan olduğunda her defasında ilk onu seçiyordu. Oyunlarda onu destekliyor, nasıl oynandığını ona öğretiyordu. Ona iyi davranıyordu.
Ateş Mira'nın yalnız kalmasına izin vermiyordu. Mira da Ateş'i seviyordu. Ona hayranlık duyuyordu. Bazen abileriyle tartıştığı oluyordu, Ateş onu savunuyordu. Ateş, büyük abisinden bir yaş küçüktü sadece. O zamanlar bile yakışıklıydı, hatta kuzenlerinden birinin ondan hoşlandığını hatırlıyordu.
Böyle anıları düşünürken istemsizce mayışmıştı. Gelen şimşek sesleri azalmıştı, duymuyordu sanki. Gözleri kendi kendine kapanıyordu. Başını arkaya yasladı ve öyle uyuyakaldı. Ateş başını ona çevirdi. Geriye yaslanmış yüzünü inceledi. Çocukluğundaki gibiydi. Çok güzeldi. Bu şekilde yatarsa boynunun tutulacağını düşünerek yavaşça kalktı ve başından tutarak onu yan tarafına yastığa yatırdı. Battaniyeyle üstünü örttü. Koltuğun öbür tarafına da kendisi yattı ve uyudular.
133Please respect copyright.PENANA6KuX45KT33
133Please respect copyright.PENANAn65DZJOGWE
133Please respect copyright.PENANAFxPADb8SDE
133Please respect copyright.PENANANcaYJ3gund
133Please respect copyright.PENANAe3PJeICjb9
133Please respect copyright.PENANAFJV8XVdMtg