- - I - -
- Bekle!
- - I - -
21. yüzyıl... İnsanlık tarihinin en modern yılları.
- - I - -
- Bekle!
- - I - -
Hayal kurmanın bedavadan biraz pahalı olduğu, fırsatlarla bezenmiş bu çağ, adeta tarihin en büyük kampanyası. Düşünce özgürlüğünü olabildiğince özümsemiş, "insan hakları" adı verilen normları sindirmiş, "kalabalığın içindeki yalnızlık" denilen saçmalığı da kendisi için bir yaşam tarzı haline getirmiş. Terminolojide yeri ne bilinmez ama bu şekilde basmakalıp cümlelerle izah edilirse 15 saniyelik bir reklamdan herhangi bir farkı kalmayacaktır. Evet. 21. yüzyıl.
- - I - -
- Bekle!
- - I - -
Bolluk? Fırsat? Sefahat? İmkan? Yaşları daha bu asrın numarasıyla bile denkleşememiş gençlerin belası mı bu yüzyıl? Medeniyet denilen kapitalin saçmalığında hayatta kalmak her ne kadar kolay gibi görünse de hayata tutun... Başa sar. Medeniyet denilen suçlunun sabıkasıyla hayatta kal... Başa sar! Medeniyet denilen tek dişi kal... Başa sar! Dur! Gaye? Hedef? Amaç? Maksat? Ne? Dur! Kelime hazneniz dolu değilse eğer cümle kurmadan önce tekrar ve tekrar düşünmenin pek bir faydası yoktur. Konuşun gitsin! Bolluk ne? Fırsat ne? Sefahat ne? Gerçekten sefahat ne? İmk... Yok! Dur! Konuşmak için bekliyordu. Konuşmak için bile bekliyordu. Gaye yok! Hedef yok! Amaç yok! Maksat yok! Hiçbir şey yok.
- - I - -
- Uyan!
- - I - -
"Soğuk, çok soğuk bir duygu var. Renkler değişiyor. Yeşil ve mavi ne varsa geçip gidiyor. Her şey dalgalanan sudan bana yansıyor. Bekle!"
...
- Amcacığım, bak! Durumun farkındasın, değil mi? Vicdanlı ol, torunun yaşında çocuk.
- Oğlum, daha kaç defa diyeceğim. Dükkanın önünde cigara içerken görüyordum. Geçip gidiyordu öyleyin.
- Tamam, anladım. Olsun, sen şu resme tekrar bir bak. -dedi çaresizce ve fotoğrafı tekrardan tezgaha koydu.- Dediğim gibi 170-175 cm civarlarında, 55-60 kilo bu delikanlı. -diyerek tarif etti. Yaşlı adam fotoğrafa son bir kez bakmak için yeltendi ama bunu rica edenin unvanından dolayı yaptığı mimiklerinden rahatça anlaşılabiliyordu. Tam o sıra, çocuklu bir kadın dükkana giriş yaptı.
- Polis Bey oğlum. Zaten mahalleli bıkkın. Diyebileceğim her şeyi söyledim sana. Hadi sağlıcakla! -diyerek Nevzat Amiri başından savmak istedi. Nevzat, kadının yanında çocuğu görünce artık gitmesi gerektiğini kabullendi ve tezgahtaki fotoğrafı alıp dükkandan çıktı. Sokağın aşağısından beri gelen Nesrin telefon konuşmasını sonlandırdı ve ümitsizce onu karşıladı:
- Şefim, buradan da mı?
- Evet, Nesrin. Evet! -diyerek yanıtladı. Yeterince bunaldığını hisseden Ekip Amiri kravatını çekiştirip gömlek yakasını biraz gevşetti ve yine gömlek cebinden sigara paketini çıkarıp bir dal sigara yaktı. İçeride müşterisiyle ilgilenen dükkan sahibi, dışarıdan rahatça görülebiliyordu. Nesrin kafasını biraz sağa yatırdı ve camın arkasından, tezgahtan beri ona bakan yaşlı adamla göz göze geldi:
- Dedem yaşındaki şu adamın çoluk çocuk demeden dal sigara sattığına yemin edebilirim.
- Sigara olsa iyi... Diğer esnaftan bir şey çıktı mı?
- Maalesef Şefim.
- Şu köhne bakkalın uyuz sahibi dahil çocuğu gördüğünü söyleyebilen bir iki kişi. Gerçekten görüp görmedikleri bile şaibeli. Yaşlısından en gencine, şu suratlara bak! Gören de 100 metre ileride okuldan ziyade bir cezaevi falan var sanır. -dedi ve anlık bir sinirle elindeki sigarayı yere fırlattı.- Hiçbir şey yok!
Hemen yukarıya, mahalleyi caddeye bağlayan sokak arasına doğru (malum olayın yaşandığı sokak arasıydı bu) yürümeye başladılar. Bakkalı arkada bıraktıkları sıra Nevzat Amir yerinmeye başladı:
- Akranlarından yok, hocalarından yok, müdürden tut yardımcısına yok...
- Ailesinden de yok... -diyerek küçük ama önemli bir dipnot düşmek istedi Ekip Memuru. Nevzat büyük bir şaşkınlıkla durdu, Nesrin kaldığı yerden devam etti.- Siz bakkaldayken merkezden haber geldi. Sonunda hakim kararı çıkmış. Ekipten birkaç kişi ambulansla beraber komşuyu da yanlarına alıp aramaya gitmiş. Kapıyı yine kimse açmayınca komşu ortalığı telaşa vermiş, e bizimkiler de iyice şüphelenip...
- Eee? Sadede gelsene Nesrin!
- Ev bomboş Şefim. Kimse yok. Kavga, gürültü olduğuna dair herhangi bir iz de bulamamışlar. Babası merhum, onu biliyoruz ama anlayacağınız anneden de bir haber yok.
- Komşu? Komşudan ne haber?
- Anneyi uzun zamandır görmemişler. İki ayda bir, bilemedin iki; orta yaşlarda, tanımadıkları bir kadın gelip gidiyormuş eve. O da gündüzleri. Bu kadar...
- Şafak! Dur! -diye uzunca bir bağırış sesi duyuldu. Polislere göre sokağın solundan beri sağına (caddeye) doğru koşturan iki lise öğrencisi önlerinden hızlı bir geçiş yaptı. Nesrin'le Nevzat büyük bir şok içerisinde göz göze geldi.
- Koş! -diyerek komut verdi Ekip Amiri ve tam arkalarından ilerleyip gençleri takibe aldılar.
Caddeye uzanan sokak arasında koşuşturma başladı.
- Durun! Pol... -diye seslenmek isteyen Nesrin'i, Nevzat Amir durdurdu:
- Nesrin! Bırak takip etsinler, caddeye çıkarlarsa kaybedebiliriz!
En öndekinin durmasıyla beraber hemen arkasından koşturan genç duvara toslar gibi arkadaşına çarpıp savruldu. Bu çarpmanın etkisiyle ikisi de yere çuvallandı. Nevzat Amir:
- Çocuklarla ilgilen! -deyip Nesrin'i arkasında bıraktı. Tek başına caddeye doğru koşturmaya devam etti.- Neredesin, neredesin, neredesin, neredesin? -diyerek bir yandan sayıklıyor bir yandan koşturuyordu. Durdu, caddeye ulaşmıştı bile. Sağına, soluna, tekrar sağına, arkasına nereye bakarsa baksın Şafak'tan herhangi bir iz yoktu. Yüksek dağların arkasından beri batmakta olan güneş, son ışıklarını Nevzat Amirin vücuduna vuruyor; tüm bedenini aydınlatan bu sıcacık ışık, hayal kırıklığına uğramış yüz hatlarını kolaylıkla açığa çıkarıyordu. Derin bir iç geçirdi ve yolu gerisingeri dönmeye başladı. Gölgesi o yürüdükçe büyüyor, ilerde, yerde kıvrananların üstüne ürkütücü bir serinlik düşürüyordu. İki öğrencinin ve Nesrin'in konuşmaları, yaklaştıkça daha duyulur bir hal aldı.
- ...misin? Kalkabilecek misin? -diğer öğrenciye döndü.- Sen iyi misin? Allahtan ufak sıyrıklarla atlattınız...
Amir öyle bir yürüyordu ki bastığı her adım, taştan bozma asfalt yolu yerinden sökecek gibiydi. Yaklaştıkça yaklaştı. Ter içindeydi ve bir yandan pardösüsünü çıkarıyordu.
- Konuşun! -diyerek sert bir çıkış yaptı ve Nesrin araya girdi:
- Şefim...
- Arkadaşınız nere-de?
Sessizlik.
- Nerede dedim? -diye bağırdı.
Sessizlik.
Nesrin, Amirin yanına doğru yürüdü ve kulağına fısıldadı:
- Onları sorgudan hatırlıyorum. Hatta kız olan fazlasıyla yardımcı olmaya çalışmıştı. Kötü bir niyetleri yok sanırsam. -dedi ve sıcak bir tebessümle gençlere döndü.- Koşmaktan nefret eder de kendisi... Siz sınıf arkadaşları olmalısınız. Bizi hatırladığınız yüzünüzden belli oluyor. Adınız neydi? -diye sordu.
- Hatırlıyoruz. Ben Furkan. -diyerek düştüğü yerden yanıt verdi izci. Hala olayın şokunu yaşayan arkadaşına (yalakaya) bakıp devam etti.- O da Almila...
Sürtünmeden kaynaklı diz kapağında oluşan ince ama uzunca sıyrık ve pantolonu başta olmak üzere üstüne başına bulaşan kir ve toz dışında Furkan gayet iyi bir durumdaydı. Yine de endişe dolu gözlerle polisleri süzüyor, göz göze gelir gelmez bakışlarını başka tarafa çeviriyordu. Almila ise başı öne eğik, kitlenmiş bir şekilde yere bakıyor, tir tir titremeye devam ediyordu. Nevzat pardösüsünü Nesrin'e verdi, öğrencilerin yanına yürüdü ve ilk önce Furkan'a elini uzattı. Furkan bu yardımı reddetmedi ve ayaklandı.
- Yok oldu. -dedi Almila, yere bakarak. Tüm gözler bir anda ona döndü.- El... Eli vardı. -diyerek devam etti sözüne ve bunu derken, uzunca tırnaklarına aldırış etmeden parmaklarını sapsız bir tırmık gibi yere sürtüyordu. Zar zor duvara kadar süründü ve sırtını duvara verip ayaklarını uzattı. Nesrin yardım etmek istermişçesine ona doğru yeltendi fakat önce Nevzat'tan bir hareketlenme bekliyordu. Almila'nın yükselen nabzı kendine geliyor olsa gerek nefes alıp verişi normalleşiyordu. Diğerleri tarafından pek anlaşılmasa da avuç içinde bir şey saklıyordu. Nesrin'in tahmin ettiği üzere Nevzat Amir Almila'ya doğru harekete geçti ve tam karşısında durdu:
- Yok mu oldu?
Sessizlik.
Ekip Amiri "el" kelimesiyle alakalı aklına onlarca ihtimal getirse de bir türlü durumu izah edebilecek mantıklı bir sonuç çıkaramadı. Kızcağızın yara bere içindeki ellerine baktı ve sağ el avuç içinde bir kağıt tuttuğunu fark etti. Önünde diz çöktü ve kibarca sordu:
- Almila... Elindeki şu kağıt, onu bana verebilir misin?
Sessizlik.
Kağıdı usulca uzattı. Kağıt parçası elinden kayıp giderken diğer elini uzatıp Nevzat Amirin halihazırda kağıdı tutmuş elini bilekten itibaren kıstırıp iki avuç içine hapsetti ve onay almak istermişçesine bir ifadeyle Furkan'a doğru baktı. Sonra polislere dönüp sordu:
- Size güvenebiliriz, değil mi?
- Ben ortada başka bir seçenek göremiyorum Almila. Sen görebiliyor musun?
Almila başını iki yana salladı. Nevzat Amir kağıdı aldı, ayağa kalktı, arkasına döndü ve okumaya başladı. Güzel bir el yazısıyla yazılmış birkaç satır daha:
Güneş tüm parıltısıyla beni izliyor
Ve ben...
Asla yaşanmayacak olanın gölgesiyim
- Evin buraya yakın mı Almila?
Suçluluk hissiyatını dışa vuran buruk bir ses tonuyla cevap geldi Almila'dan:- Evet, birkaç sokak ötede Polis Abi...
- Sen, delikanlı? Gitmen gereken bir dershane veya halletmen gereken önemli bir iş var mı?
- Hayır, yok Polis Bey. -diyerek kısaca yanıtladı Furkan. "Nasıl hitap edeceğimizi bile bilmiyoruz. Şu cenabetliğe bak a*ına koyayım!" diye düşündüğü sıra bir anda içten içe bir şüpheye düştü. "Bir dakika, cebimde olmalıydı!
- Nesrin?
- Efendim Şefim?
- Araçla Furkan'ı eve bırakabilir misin?
- Tabii, peki siz?
Nevzat, Nesrin'in yanına gidip pardösüsünü geri aldı ve giyinmeye başladı.
- Teşekkür ederim, ben gideceği yere kadar küçükhanıma eşlik edeceğim.- dedi ve hala yerde uzanan Almila'ya yardım eli uzattı. Yerden kalkması için kıza destek oldu ve ona da sordu.- Sorun olmaz, değil mi Almila?
Almila başını iki yana salladı. Ceplerini karıştırıp aradığı şeyi bulamayan Furkan büyük bir telaşla yaygara koparmaya başladı:
- Yüzüğüm, yüzüğüm düşmüş! -diye bağırdı ve yere kapanıp aramaya başladı.- Almila, sen de bakar mısın etrafa?
- Ne yüzü...
- Bakın işte! Sen de ara! Biliyorsun, benim için çok önemli!
Almila bozuntuya vermeden aramaya koyuldu. Bu iki genç bir yandan yüzüğü arıyor, diğer yandan çarpışma esnasında yere düşürdükleri diğer kişisel eşyaları (çanta gibi) topluyordu. Sırt, kalça ve toz içinde kalan bilumum yeri temizlemekten, kaybolan yüzüğü arıyormuş görüntüsüyle çantalarını karıştırmaktan da geri kalmadılar. Zaman kazanmak için yeterince bahaneleri vardı. Gençler yüzüğü arayadursun Nevzat Amir bu fırsattan istifade, Nesrin'le birkaç metre öteye çekildi. Nesrin hiç beklemeden lafa girdi:
- Ot mu?
- Daha birkaç gün önce sorguya girdi bu çocuklar.
- Şefim, bizden çekinmeyecek kadar salak olamazlar...
- Ama korkmayacak kadar bağımlı olabilirler. Neyse, güven kaybetmeyelim.
- Gençlerle iyi anlaşırım, bilirsiniz.
- İhtiyarlar bende o zaman. Yarın okula gidip müdürle konuşacağım. Bu dava Narkotik Şube'de sonlanacaktır. İrtibatta kalalım.
- Tamamdır Şefim!
- Gençler, bulabildiniz mi yüzüğü?
Furkan'ın kafası dikeldi. Duymazlıktan gelmek için artık çok geçti. "Ya kesin koşarken düşmüştür. Evet, evet! Kesin! Allah'ım! İnşallah görmemişlerdir. Acaba görmüşler midir?" diye içten içe bir kargaşa yaşasa da çok geçmeden cevap verdi:
- Bulduk Polis Abi! Biz hazırız, gidebiliriz.
Tam zıt yönlere doğru ikili gruplara ayrıldılar.
- Ha, Nesrin! Son bir şey daha, şu aşağıdaki lise avcısına birkaç zabıta yönlendirsinler. Muhakkak ceza yazılsın o ihtiyara.
...
235Please respect copyright.PENANAhAHPjE38tX