Bu dünyada insanlar ve hayvanlar bir arada yaşarlardı. Bu yaşam on binlerce yıldır devam etmekteydi. Bu canlıların yaşamak için alanları vardı; her biri farklı coğrafyalarda yaşarlardı, hepsine özgü yerler vardı. Lakin insanlar, diğer canlılardan daha hızlı gelişmiş ve tabiatı ele geçirmiştir. Dünya artık eskisi gibi değildir; artık daha çok küresel güçler vardır ve bunları insanlar yönetmektedir. İşte hikayemizin baş karakteri de tam da bu modern çağda dünyaya gelmiştir. Ana karakterimizin ismi Theo'dur; daha 20 yaşlarının ortalarında, genç bir bilim adamıdır. Bu genç yaşına rağmen çok çalışkan ve çok zeki bir adamdır. Aynı zamanda ailesine bakmaktadır: babası, annesi ve bir de küçük bir kardeşi vardır. 21Please respect copyright.PENANAIrK7rYp5qp
21Please respect copyright.PENANAnHmEPeEnxH
Theo'nun çalışma alanı çok geniştir; evrende başka yaşam formları var mı ya da yok mu, bunu araştırmaktadır. En önemlisi ise Tanrı var mıydı, yok muydu? Theo bunları araştırmaya devam ediyordu. Kendine ait küçük bir grubu vardı; her biri yetenekli ve gençti. Bazıları ise daha önceden önemli şeyler başarmış bilim adamlarıydı. Bu grubu neredeyse tüm milletler desteklemekteydi çünkü insanlar arasında dinsizleşme yaygındı. Bu durum, bazı insanların yozlaşmasına sebebiyet veriyordu; sadece yozlaşmakla kalmıyor, bazı şeyleri çiğneyip suç işliyorlardı. Bu sebeple Theo ve grubu, bu projeyi araştırıyordu.21Please respect copyright.PENANArrXvcq14OX
21Please respect copyright.PENANAqyRkPRVlWZ
21Please respect copyright.PENANAmho4rPHOF1
Theo ve grubu neredeyse her gün, dinlenmeden ya da tatil yapmadan bu konuyu araştırıyordu; ancak herhangi bir şey bulamıyorlardı. Umutsuzluk kapıya dayanmıştı, bazıları bu işi bırakmayı düşündüklerini söylüyorlardı. Tam bu sırada, içlerindeki en genç bilim insanı olan kadın, bir anda onların sözünü keserek konuşmaya başladı.
Kadın: "Herhangi bir sonuç alamıyor olabiliriz, ama ilginç şeyleri hiç denemedik. Belki de aradığımız şeyler bize çok yakındır. Neden dünyada aramak yerine, içi boş ve gazlarla dolu farklı gezegenlere bakıyoruz ki? İlk önce kendi dünyamızdan başlamalıyız," dedi.
Theo, kadının ne demek istediğini pek anlayamadı; diğerleri de anlamış gibi görünmüyordu. Bilim insanları kendi aralarında konuşmaya başladığında, kadın hala umut dolu bir şekilde onların cevabını bekliyordu. Theo bu durumu görünce sesli bir şekilde öksürdü ve konuşmaya başladı.
Theo: "Öhm öhm... Güzel konuştun, iyi konuştun; fakat kendimizde neyi arayacağız, açıkçası hâlâ anlayamadım. Diğerleri de anlamışa benzemiyor."
Kadın: "Demek istediğim çok bariz. Okyanusları ve daha önce hiç araştırmadığımız yerleri, en basitinden Antarktika'yı düşünelim. Belki buraları daha derinlemesine araştırırsak bir şeyler bulabiliriz."21Please respect copyright.PENANAiNMaj9To9E
21Please respect copyright.PENANARhJMv9nsNs
Aralarındaki bazı bilim insanları bunun çok saçma olduğunu söyledi; bazıları ise kararsız kaldı. Ancak grubun en yaşlı ve en deneyimli profesörü olan Alvin, destekleyici bir şekilde konuşmaya başladı.
Profesör Alvin: "Belki de bu küçük bayan haklıdır. Onu dinlersek belki bir sonuca varırız. Şu ana kadar hiçbir şey bulamadık, fakat umudumuzu kaybetmeden kendi dünyamızı araştıralım."
Herkes profesörü dikkatle dinlemişti. Kadının önerisine hak vermeyenler dahi fikirlerini değiştirmiş, kendi dünyalarını daha önceki insanlar gibi araştırmaya karar vermişlerdi. Belki bu sefer bir şeyler bulurlardı; belki de bulamazlardı. Eğer bulamazlarsa, bu proje iptal edilecek ve halka farklı yalanlar söylenecekti. Tüm dünyada kısa sürede hazırlıklar tamamlandı ve küçük bir grup Antarktika'ya gitmek üzere yola çıktı. Theo da bu grubun içindeydi.21Please respect copyright.PENANASbQdGuRVVS
21Please respect copyright.PENANAdK5jRzQVul
21Please respect copyright.PENANADlEiWWlcH1
21Please respect copyright.PENANAjhvITZXTVM
Altı kişilik küçük grubun içinde olmaktan mutluluk duyuyordu. Fikri sunan kadın, yani Emily, grubun başındaydı. Washington'da gemiye bindiler ve sıradaki rotalarına doğru yola çıktılar. Gittikleri yer, Afrika'nın Namibe kentiydi. Şehirdekiler her ne kadar bilimi bilen, kültürlü insanlar olsalar da, şehrin ana hatlarından çıktığınızda geriye kalan kesimde kabile yaşamının devam ettiği görülebiliyordu. İlk geldikleri yerin bu kadar çeşitli ve garip olması, onları heyecanlandırıyordu.
Gemiyle vardıklarında şehir merkezine indiler. Dinlenmek için geldikleri bu şehri, genç bilim insanları olarak gezmek ve keşfetmek istiyorlardı. Farklı bir kültürü deneyimlemek, sık sık karşılarına çıkacak bir fırsat değildi. Küçük grup, Namibe sokaklarında gezinmeye başladı. Her dükkânın önünde bir kalabalık varken, gizemli görünen bir dükkânın önünde kimsenin olmaması dikkatlerini çekti.
Belki yardım edebileceklerini düşünerek dükkâna girdiler. Dükkân sessizdi; eskimiş tahtalar her adımlarında gıcırdıyordu. Küçük bir masanın üstüne başını koymuş bir kadın gördüler. Durumu sormak için yavaşça kadına doğru ilerlediler. Her adım attıklarında sanki bastıkları yer çökecekmiş gibi bir his duyuyorlardı. Kadının yanına vardıklarında Theo, Angola dilinde konuşmaya başladı.
Theo: "Merhaba efendim, İngilizce biliyor musunuz acaba?"
Kadının vücudu irkilirmiş gibi titredi; ardından gürültülü bir şekilde ardı ardına öksürdü ve başını kaldırdı. Küçük burunlu, tek gözlü ve esmer bir yaşlı kadındı. Theo ve grubu, onun bu şekilde kendine gelmesini biraz komik buldular. Kadın, başını kaldırıp onlara baktıktan sonra İngilizce olarak cevap verdi.
Kadın: "Evet, İngilizce biliyorum, genç adam... ve yanındaki insanlar."21Please respect copyright.PENANAF5hCQYnL6i
21Please respect copyright.PENANAWbDfDs4YjD
21Please respect copyright.PENANAAWzUUb1IsA
21Please respect copyright.PENANAUpYyKg8Fd5
Kadın, sanki onların gitmesini istiyormuş gibi sessiz bir şekilde duruyordu. Emily, bu sessizliği bozarak konuşmaya başladı.
Emily: "Acaba bu dükkânda ne satıyorsunuz efendim? Ve neden sattığınız şeye insanlar bu kadar az ilgi gösteriyorlar..."
Kadın, Emily'nin sözünü öksürerek kesti. Ardından küçük bir kahkaha attı ve konuşmaya başladı.
Kadın: "Sence sorun dikkatlerini çekmemiş olmamız mı, Emily? Yoksa korktuklarından mı?"
Gruptaki herkes, kadının Emily'nin ismini bilmesinden ürktü. Ancak aralarından sadece birisi, merakını bastıramayarak soru sormayı başarabildi; tabii ki bir yandan da tedirginlik içindeydi.
Rohan: "Kâhin falan mısınız? Gerçi bu tür şeylere inanmam. Şans eseri söylediniz değil mi? Emily ismi dünyada çok popüler, muhtemelen burada da öyledir. Her neyse, gerçekten işiniz, mesleğiniz ya da sattığınız şey nedir?"
Kadın, onların hızlıca buradan kaçacaklarını düşünüyordu; fakat tam tersi olmuş, hepsi hâlâ karşısında dimdik duruyordu. Kadın, oturduğu yerden ağır hareketlerle kalktı ve yavaşça Rohan'ın yanına yaklaştı.
Kadın: "Cidden bu kadar merak mı ediyorsun? Öyleyse size satacağım. Hiç merak etmeyin, kötü bir şey değil."
Kadın, yanındaki çekmeceye elini soktu ve birkaç dakikalık bir aramadan sonra içinden küçük bir top çıkardı. Topun etrafında tuhaf şekiller vardı ve üstünde dokuz adet delik bulunuyordu. Kadın, elindeki topu masanın üzerine koydu ve gruba dönerek konuştu.
Kadın: "Yanınızda bulundurduğunuz ve sizin için değerli olan eşyaları verir misiniz?"
Herkes ilk başta tereddüt etse de en değerli eşyalarını vermeye başladı. Emily, babasının ona verdiği kolyeyi masaya koydu. Theo ise liseden beri kullandığı, eskimiş tükenmez kalemini masaya bıraktı. Rohan, bileğindeki zincir bilekliğini koyarken, diğer arkadaşları da en değer verdikleri eşyalarını masaya bıraktılar. Kadın, değerli eşyalarını koymalarının ardından yeniden konuşmaya başladı.
Kadın: "Şimdi ellerinizi masanın üzerine, yani topun üzerine koyun... hep beraber."
Gruptakiler hiç tereddüt etmeden ellerini topun üzerine koydular. Kadın, anlam veremedikleri bir dilde konuşmaya başladı. Ne Angola diliydi ne de İngilizce; çok farklı bir dilde bir şeyler söylüyordu. Masadaki top parlamaya başladı ve yavaş yavaş yükseldi. Parıltı gittikçe yoğunlaşırken, top sanki patlayacakmış gibi titriyordu. Bir anda tüm dükkân gözlerinin önünde dönmeye başladı ve hepsinin gözleri yavaş yavaş karardı.21Please respect copyright.PENANAdFyArBrqkc
21Please respect copyright.PENANAcXlb4FmzEB
21Please respect copyright.PENANAuGF1fRXEgD
21Please respect copyright.PENANAYUSX50jr6u
Theo, gözlerini yavaşça açtığında karşısındaki manzara onu oldukça şaşırttı; çünkü artık dükkânda değildi. Bir atın üzerindeydi ve arkasında oturan bir adam, onu iki eliyle sıkıca tutuyordu. Theo etrafına bakındığında, bir şehirde olmadığını, karlarla kaplı geniş bir vadinin üzerinde olduklarını fark etti. Atı süren gizemli adam, ona bakarak konuşmaya başladı.
Gizemli Adam: “Günaydın, Bal! Az daha öğlen olacaktı, evlat. Sonunda uyanabildin.”
Theo, duydukları karşısında şaşkına dönmüştü. Adam garip bir dilde konuşuyor gibiydi; ne ana diline benziyordu ne de bildiği diğer dillere. Ancak, bir şekilde adamı anlayabiliyordu. Üstelik “Bal” diye hitap ediyordu — bu isim, ona tamamen yabancıydı. Cesaretini toplayarak konuşmaya başladı.
Theo: “Bal mı? O da kim, efendim? Ve şu anda neredeyim?”
Adam, Theo’nun şaka yaptığını sanarak önce cevap vermedi. Theo’nun ciddi olduğunu anlayınca içini çekerek konuşmaya başladı.
Gizemli Adam: “Senin adın Balnorin. Ben de senin babanım, en küçük oğlumsun. Burası ise Güneş Vurmayan Köy’ün üst vadisindeki bir yol.”
Theo, duydukları karşısında iyice şaşkına döndü. Burası açıkça onun dünyası değildi ve yaşadığı zamanla da alakası yoktu. Yanındaki arkadaşları neredeydi? Theo, tüm bu tuhaf durumu anlamlandırmaya çalışarak uzun süre düşüncelere daldı.
ns 15.158.61.55da2