"O öldü ama kimsenin kişiliği ölmez. Herkes onu dev Axel ve beni Rhae olarak hatırlayacak. Belki de haklılar..."
Yeşilimtırak parıltıların vurduğu platformun iki yanı siyah örtüler geçirmiş, her haliyle yas tuttukları belli insanlarla doluydu. Platformun ucundaki çiçeklerin önünde; heykel tabutun durduğu yükseltinin tam yanında rahip ellerinde açık bir kitaptan dua ediyordu, Acı gözlerindeki donuk duygularda bile saklıydı.
Elleri açık, kalpleri doluydu. "Axel Grouth'ın ruhu huzur içinde uyusun! İsa Babamıza komşu olsun! Yüreklerimiz onunla onuru nasıl tattıysa, o da Yüce Annemizin ve Babamızın yanında huzura kavuşsun! Tanrı ona merhamet etsin!"
Kalabalık başları önde duaya âmin dedi. Biri avuçlarının içine yüzünü gömdü, diğeri ıslak gözlerini sildi. Özellikle bir kenara çekilmiş, bastonuna dayanmış epey yaşlı bir adamın içli tavırları dikkat çekiciydi.
Siyah elbiseli insanların arasında görünmeyen bir yerlerde sütunun köşesine geçmiş Rhae, ayakta dikiliyordu. Eğilen başlara bakarken sadece yumruklarını sıktı. Gözlerinin önünde o gün belirdi. Zaferi, Axel'in enkazı üzerine kurulmuş bir tahttan başka neydi?
Başarıyla uçağı indirdiği bugün, zaferi onursuz bir yolla kazansa da şampiyonluk madalyasının sahibi olmuştu. Axel için düzenlenen anma töreni, bir ay sonrasında, bugüne denk getirilerek tekrarlanmıştı.
Yarışı tamamlayıp insanların gözleri önünde uçağı platforma indirdiğinde, toplumun gözünde kızgın bir ifade görmemek onu şaşırtmıştı. Herkesin yüzüne tükürmesini beklerken karşılaştığı güler yüzler ve eğilen başlardı.
Yarışı kısa bir sürede bitirmiş, çöllerden, buzullardan, Amazon ormanlarından aşmıştı. Ve... Axel ölmüştü, kendisinden yardım istemişti. Rhae ise onu kurtarmak için kılını bile kıpırdatmamıştı.
Anma törenine katılmaya yüzü olmadığını düşünse de Apple ona bunu yapmasını söylemişti. Onu kıramazdı ve vicdanının sesini de. Sütunlara yasladığı omzuna biri dokundu. Gözlerini ilerideki tanıdık görünen adamdan ayırdı. Yaz günü sıcağında donuk renk bir elbise giymişti Apple. Fısıldayarak "İyi misin?" diye sordu.
"Her şey yolunda, sanırım," dedi son kelimeyi vurgulayan Rhae. "Ne kadar olabilirse yine de" diye eklemişti, hüzünlü bir şekilde. Mavi gözlerini, Rhae'nin yüzüne dikti kız ve "Suçun değil, biliyorsun değil mi?" dedi. Ama Rhae bunun suçu olduğunu biliyordu. "O an için Axel'i kurtaramazdın."
Aslında kurtarabileceğini biliyordu Rhae ama bu durumda yarış bir şekilde bitecek, yeniden zorlu rakibiyle ölüm kalım mücadelesi verecekti. Eninde sonunda Axel karşısında kaybedeceğini bilmek de bir medyumun işi değildi. "Bu doğru değil," dedi. Lenslerini çıkarıp taktı. Beyaz cam parçalarını andırıyordu gözleri. Apple'nin kızarmış yanaklarını gördü.
"Onu bir şekilde kurtarabilirdim ama yapmadım." Hırsını hatırlar gibi Apple' nin durgun sevecen ve anlayışlı gözlerine baktı. Bu onu bir an dinginleştirdi. "Ama yapmamayı tercih ettim çünkü kazanmayı kafaya takmıştım."
Apple, diğer elini de omzuna yerleştirip "Kendini suçluyorsun," diye teselli etti onu. "Axel'i kurtaramazdın."
Rhae Axel'in kendisine telefon açtığı anı gözleri önüne getirdi. İlk ona telefon açmıştı. Yardım istemişti. Ama eninde sonunda Rhae bildiğini okumuş, kibrinin peşinden gitmişti. "Sonra konuşalım mı?"
Apple karşı koyamadığı bir güçlü onun dudaklarına yapıştığında, Rhae buna layık değil gibi hissetti. Donuk bir şekilde kızdan gözlerini kaçırdı. Dudaklarını geri çekti. Yüzünde gezinen pişmanlık çaresizlikle perdelenmişti.
"Benden kaçamazsın," dedi melodik bir şekilde Apple. Onun her bakışı ona kaçar gibi geliyordu artık.
Törenden çıktılar, Apple onu kız kardeşiyle tanıştırmak istiyordu. Rhae "Bugün olmasa daha iyi. Gerçekten kendimi aptal gibi hissediyorum," dedi.
"Hayır, değilsin. Sadece yorgunsun. Belki de..."
"Dinlenmemi söyleyeceğini biliyorum," dedi Rhae anlamış gibi bir tavırla. Bunu var gücüyle reddediyordu. "Ama bunu yapmayacağımı biliyorsun. Benim beynim, bir şey yapmadan duramıyor."
"O zaman bir şeyler yaparız." Apple kararından vazgeçmemişçesine bu planı her ikisini de dahil etmişti.
"Öyle mi? Benimle beraber ne yapacaksın?"
"Belki kek," diye yanıtladı Apple onun yanında beyaz ufak ayakkabılarıyla yürürken. Rhae onun ne kadar da güzel olduğunu düşündü. Cevap vermedi. "Belki de yarış."
Rhae bu kelimeyi duyduğu an kalbinden bir ürpertinin geçip gittiğini hissetti. Bu kelime midesini bulandırıyordu. "Hayır," dedi kesin bir tavırla. "Gerçekten bu hiç iyi bir fikir değil."
"İyi olan fikir ne peki?" Apple omuz silkerek sorup Rhae'ye baktı. Bir cevap bekler gibiydi. Kalabalık tamamen çekilip sesler uzaklaştığında, Rhae bu sorunun ağırlığıyla baş başa kaldı. "Bir süre belki de uzaklaşmak. Uçaklardan, yarışlardan hatta insanlardan."
Apple aniden sustu, dudakları titredi. "Yani, benden bile mi?"
"İnsanlardan. Ama sen onlar gibi değilsin."
Apple bu cümle üzerine rahatlamış gibi "Beni korkuttun," dedi. Kollarını bağlayarak umutla sordu. "O halde seni kız kardeşimle tanıştıracak mıyım?"
"Tanıştıracağın kadar iyi biri olduğuma emin misin?" Rhae tek kaşını kaldırdı.
"Gerçekten bu aralarda tuhaf sorular soruyorsun Rhae. Bu zamana kadar tanıyamadıysam benim salaklığım olur," dedi onu çekiştirirken Apple. Bir dakikadan az bir zamanda eve gitmeye ikna etmeyi başarmıştı.
RApple ona türlü türlü kombin yaptırıp sadece birini beğendi. Mağazadan çıktıklarında saat akşam dördü buluyordu. Hava, yaz günlerinden biri olması nişanıyla epey aydınlıktı. Beyaz taşlı sokaklardan eve kadar yürüdüler. Apple binanın önüne geldiklerinde Rhae'ye baktı. "Az konuşuyorsun, seni buraya zorla mı getirdim?"
"Hayır, neden?"
"Biraz daha canlı ol bebeğim, sen bu değilsin."
"Ben tam olarak buyum inan ki."
"Çok söylenme," dedi Apple ve kapıyı çaldı. "Çok mızmızlanıyorsun. Ben mi mızmızlanmalıyım sen mi?" Rhae gülümsedi ve üzgünüm, der gibi baktı. Çok geçmeden kapı açıldı.
Apple'nin kız kardeşi kapıda göründü. Kırmızıya boyanmış saçları, siyah taytı ve beyaz büstiyeriyle bir ponpon kız gibiydi. "Hoş geldiniz," dedi heyecandan büyüyen gözleriyle elini ağzına kapatarak. "Aman Tanrım, gerçekten o mu Appy?"
"Hm, tam olarak."
"Selam," dedi Rhae elini hafifçe kaldırarak. Cüzamlı bir hasta gibi ölüm döşeği sessizliğinde görünmek istemezdi.
"Sen, sana ne kadar hayran olduğumu bilemezsin!" dedi Emily. "O turu tek başına tamamladığına inanamıyorum. Bu ne kadar büyük bir başarı biliyor musun?" Rhae nazikçe gülümsedi. "Sağol."
Art arda içeri geçtiler. İçerisi bahar kokusuyla doldurulmuştu. Basit döşeli evde misafir odası takımına yerleşen Rhae; Emily tarafından soru yağmuruna tutulmuştu.
"Ah, kız kardeşim. Onu biraz rahat bırakmaya ne dersin?" Apple başını bıkkınca uzattı.
"Tamam, peki buzulları nasıl aştın? Soğuk hava koşulları, don, penguenler, katil buzul canlıları."
"Daha önceki deneyimlerime benziyordu."
"Tamam, peki ya okyanus? Engin suları nasıl aştın?"
"Sadece düzgün bir strateji ile."
Kapıdan ikisine bakan Apple, Rhae'ye takıldı. "Gerçekten birtanem, asla kazanma tüyosu vermeyen sahte girişimciler gibisin." Hepsi güldü. Emily tatlı bir şekilde sorusuna devam etmekte kararlıydı. "Son bir şey, gerçekten arkadaşın için üzgünüm."
Bir anda sessizlik oldu. Axel'in kendisi yüzünden öldüğünü hatırladı Rhae. "Ah, teşekkürler."
Apple, Rhae'nin üzüldüğünü fark ederek konuyu değiştirdi. "Peki ala, ballı süt ister misiniz? İkinci olarak kremalı kek mi yoksa çilekli pasta mı?" Emily sadece çilekli pasta isterken, Rhae ballı süt tercih etti. Bir araya geldiklerinde, Emily neredeyse tamamen tanıyordu Rhae'yi.
Akşam çabucak bitmişti, Rhae'nin sürekli çalan telefonuyla sohbetleri kesildi.
Ayaklanırken "Magazinden arıyorlar," dedi Rhae. Kızlar endişeyle ona bakıyordu. "Uçuş Şampiyonluğu Madalyası için!" Bunu söylerken rahatsız olmuş gibi bir ifade takınmıştı. Bu şeye nasıl layık olduğunu sorgular gibiydi.
"Bu harika tatlım," dedi Apple.
Emily ablası gibi onu destekleyerek alkış tuttu. "Kesinlikle katılmalısın Rhae."
"Belki başka zaman daha iyi bir gece geçiririz," dedi Rhae. "Yani daha uzun."
"Bu kadar çabuk mu?" Emily hemen saati yadırgadı.
Apple durumu anlamıştı. Kardeşini ikna etmek için "Başka zaman yeniden gelir," dedi ve Rhae'ye baktı. "Değil mi Rhae?"
"Evet, yine gelirim kuşkusuz."
Kızlar onu kapıya kadar geçirdi ve Apple sevgilisine bir öpücük kondurdu. Nefis kokusu, Rhae'nin burnuna dolmuştu. "İyi uykular bebeğim. Beni ara ve her şeyi haber et, olur mu?" Rhae onun esrarlı kirpiklerinin altındaki gölgeyi seyretti ve başını hafifçe salladı.
Kapının arkasındaki kız kardeşler birbirine baktı. "Tam bir," dedi Emily sessizliği bozarak ve ayaklarını vurarak merdivenleri tırmandı.
***
Magazin bürosu dört tarafı camla çevrili bir odaydı. Röportaj muhabiri yükseltilmiş bir sandalyede oturmuştu. Kamera ve gerekli ekipmanlar, ışıklandırılmış sandalyeye dönüktü. Rhae, saatini kontrol etmekte olan siyah takım giyinmiş kadına baktı. "Hazırsanız başlayalım."
"Evet, ilk soruyu bekliyorum." Parmak uçlarını birleştirerek arkasına yaslandı ve bekledi. Kısa süre sonra muhabirin işaret vermesiyle kameraman dikkatli bir şekilde çekim açısını ayarladı ve işaret verdi. Rhae tıpkı o güne benzer bir gün olduğunu hissetti. Çığlıkların Axel diye bağırdığı ve kendini bir hiç olarak hissettiği günde...
"Öncelikle izleyicilerden gelen soruların kolay olanlarından başlayalım. Robot lenslerinizden gelen veriler yeterli görme duyusu sağlıyor mu? Rakibinize göre kendinizi görme engeliniz yüzünden dezavantajlı bir konumda hissettiğiniz oldu mu?"
"Robot lensler gayet iyi durumda. Bana gerekli verileri sağlamakta bir insan gözünün tüm kapasitesini sağlayamasa da hareket etmem ve özellikle uçak kullanmam için..." Yutkundu, kelimeler boğazına düğümlenmiş gibi kıvrandı. Toparlamak isteğiyle devam etti. "Bana bir dezavantaj teşkil etmiyor." Engelin gözünde değil kafasının içindeki o seste olduğunu biliyordu.
"Ne zamandan beri görme engeline sahipsiniz? Doğuştan mı yoksa sonradan mı?"
"Sonradan, bir araba kazası geçirdim. William Golden's ile yardımcı pilotluk maçına yetişirken. Çok heyecanlıydım, ilk deneyimimdi ve ilk denemede başarılı olmak istiyordum. Bu heyecanım beni galeyana getirmişti. Buda kuşkusuz aşırı hızdan kaynaklı bir kazayla sonuçlandı."
Rhae o gün Axel ile yaptığı maçtan çıkmıştı. Onun kusursuzluğu ile ilk tanışmasıydı. Ondan sonra hıza inanmış ve Golden's ile yaptığı maça yetişirken aşırı, alışık olunmadık hızına yenik düşmüştü.
"Bu zor ama çok merak edilen bir soru." Rhae yutkunarak bekledi, avuçları heyecandan sırılsıklam olmuştu. "Yarış arkadaşınız Axel kaza geçirdiğinde ne hissettiniz? O an yarışa devam etme kararını neden verdiniz? Ya da nasıl verebildiniz?"
Rhae, bunu acımasızca ve bencilce yaptığını anımsadı. Terapistle görüştüğünde, doktorun ona her şeyi itiraf etmenin kendisini rahatlatacağını söylemesi üzerine bir an fırsat bulmuş gibi hissetti.
"Axel ile onuncu karşılaşmamızdı. Sekizinde beni yendi, geri kalan ikisinden birinde berabere kaldık, sonuncusunda ise öldü. Kuşkusuz hayatta kalsaydı yine beni yenecekti." Rhae kendini röportaj verir gibi değil de suçunu itiraf eder gibi hissetti. Kanunen bir suçu olmadığını biliyordu ama vicdanını buna ikna edemezdi.
"Axel beni aradı. Uçağın düştüğünü söylediğinde önce şaka yaptığını sandım. Bu korkunç bir gerçekmiş meğer... Uçak düşmeye başladı. Onu kurtarmalarının bir yolu olmadığını anlamıştım. Aşağı doğru yüksek bir hızla düştü. Buzullara... Sadece ülkemi temsil etmek için yarışa devam ettim, yoksa ülkem adına diğer maçlara katılamayacaktım."
Rhea duraksadı. Amacı ABD'yi temsil etmek değil, kişisel hırsları olmuştu.
Dudaklarını kapattı, şimdi de kendini halkın gözünde bir kahraman yapmaya çalışıyordu. Spiker sordu. "Bu durum, psikolojinizi nasıl etkiledi?"
"Yarışı sadece ülkemi temsil etmek için bitirdim. Dişli rakibim Axel öldükten sonra yarışa devam etmeyi istemedim ama ölmeden önce bana yarışı bitirmemi söyledi. Bu yüzden devam ettim." Böyle bir şey olmamıştı. Kendinin bile bilemediği, ince bir yalandı bu.
"Şimdi, ona verdiğiniz sözü yerine getirdiğinizi düşünüyor musunuz?"
"Evet, hayatta olsaydı benimle gurur duyardı." Rhae sözlerinin doğru olduğuna inanmak isterdi.
Bu soru hariç kalan tüm soruların tamamı monoton kelime dizileriydi. Rhae bu kelimeleri büyük bir umursamazlıkla dinlemiş, alelacele ama ilgili görünen cevaplar vermişti.
Röportaj bittiğinde derin bir nefes aldı. Bu soruların ve cevaplarının yayınlandığını hayal ederek kendi çizdiği sahte kişiliği seyretti. Aracına geçince Apple'nin kendisini araması yönündeki talimatını hatırladı.
Eliyle saçlarını geri atarak derin bir nefes verdi. Gökyüzüne baktı, hava tıpkı o günkü gibiydi. Ay yine üzerine dikilmiş bir pizza dilimi şeklindeydi ama boyutu daha büyüktü. Sanki yanlış bir şekilde üç çocuk arasında paylaştırılmıştı.
Telefona bir daha baktı, ne yapacağını bilmediğini tekrardan fark etti ama parmağı rehberdeki Apple yazısına tıkladı. Kız onu seviyordu, bunu biliyordu. Kuşkusuz Rhae de onu seviyordu. O ise bundan kuşku duymaktan utanç içindeydi. Gözlerinin önüne o kaza gecesi geliyor, mavi gözler onu süzüyordu. "İyi akşamlar bebeğim! Nasılsın?" Açılır açılmaz sevecen sesi duyuldu.
Tüm düşünceleri dağılmıştı, irkilerek kendine geldi. "Röportaj bitti. Merak etme diye haber etmek istedim."
"Nasıldı?"
"Sıradan," diye yanıtladı Rhae. Kelimeyi umursamazlıkla tekrarladı. "Sıradan."
"Ben de tam seni düşünüyordum, bugün hoş bir gündü. Aklımda en güzel hallerinden biri var." Apple telefonun öteki ucunda, yatağına kıvrılmış yatıyordu. Kalbinde tatlı bir rüzgâr vardı.
Önündeki anı defterine Rhae ile çekildikleri bir fotoğraf duruyordu. "Biliyor musun, ben çiçekleri çok seviyorum. Düşündüm de bana hiç çiçek getirmedin."
Rhae aniden gerçekten de bunu yapmamış olduğunu fark etti. Pişmanlık kırıntılarıyla "Bunu şimdiye kadar yapmamak benim hatam," dedi. Belki anın tesiriyle belki de uzun zaman düşündüğünden aniden konuştu. "Artık yapacağım. Sana her gün bir çiçek getireceğim."
"Söz mü?" Apple uykulu bir sesle sordu. Cömert sevgisini, Rhae'ye sunuyordu. Defterin kapağını kapattı ve göğsüne bastırdı. "Bana her gün bir çiçek getirecek misin?"
"Evet, kesinlikle."
"O halde her gün beklemeli miyim?"
"Söz," dedi Rhae. "İyi ve düşünceli bir adam olmaya çalışacağım. Artık uyu, sesin yorgun geliyor. İyi geceler!" Apple telefonun öteki ucunda onun sesini dinlerken mırıldandı. "Kapatmasak?"
Rhae hatta kaldı, kızın sesi epey tatlıydı. "Evimin önünden geçer misin? Sana el sallarım."
"Peki, beni bekle. Görüşürüz."
Telefonu cebine sokup arabayı çalıştırdı, 12 numaralı eve doğru sürdü. Caddeler akşamın bir vakti olduğundan sızdı. Yollar boştu, tek tük araba rahatlıkla ilerliyordu. Evlerin üzerine karanlık çökmüştü. Yaz gününün o hoş akşamı tam tepedeydi.
Arabayı o sokağa çekip Apple'nin penceresinin altında dikildi. Kız, perdenin altında bekliyordu. El salladı. Rhae'nin buruk ve dalgın tebessümüne aynı şekilde karşılık verdi. İçine soğuk bir his yerleşti.
Arabasına atlayıp eve dönerken, yol boyunca ne yapmaya çalıştığını düşündü. Kendine o gün uçakta sorduğu gibi ne yapmak istediğini sordu.
Bu hayattaki amacı neydi?
Neden vardı?
Aniden görüş açısı bulanıklaştığında, lensleri hemen odağı netledi. Sarsıntının şokuyla derhal arabadan inip, kaportaya doğru yürüdü. Bu az daha çarpacağı yaşlı bir adamdı.
Korkuyla karışık seslendi. "Hey, iyi misiniz? Çok üzgünüm. Işıklar..." Yaşlı adam, sesin sahibine doğru baktı. "Sen," dedi. Uzun suskunlukta Rhae onun çizgilere gömülmüş yüzünü dikkatle inceleme fırsatı bulmuştu.
"Sen Rhae'sin. Tanıyorum." Yaşlı adamın dudakları bir anda titredi, yok olan kaşlarının altındaki deri süzülür gibi oldu. Bu yüzün titreyişini daha önce tanıdığı birine benzetti Rhae. "Siz..."
"Benim evet," dedi adam. "Sen Axel'in yarış arkadaşısın."
"Ben..." dedi ve durdu Rhae. "Evet, oydum." Sonundaki oydum ifadesi adamın kalbini oydu. Bu Axel'in babasıydı, yıllar önce ikisi arkadaş olma eğilimindeyken bu adam onları sıcak sobalı evinde ağırlamıştı. Onlara yer fıstığı yedirmişti. Rhae gözlerinin önüne o günü getirdi.
Axel'le aynı liseyi bitirmişlerdi. O zamanlar aralarındaki soğukluk tek bir olayla aniden yumuşamış ve sonra tekrar buz gibi olmuştu. Rhae, Axel'in sevdiği kıza âşık olmuştu ve Axel onları çok romantik bir sohbet içinde yakalamıştı. Rhae kızı öpmek üzereydi, bu yüzden Axel Rhae'ye yumruk atmıştı.
Rhae sinirden köpürmüş bir halde, bu adamın evinin bahçesinde, Axel'i karşı duvara itmişti. O esnada duvara bağlı köpek Axel'in kolunu kapmıştı. Ona Tek Kol sıfatı verilmesine yarayan da bu olaydı işte.
Şimdi gözlerinden geçen bu imgelerin arasında bu adam daha kederli göründü gözüne. "Çok büyümüşsün," dedi sesi titreyen ihtiyar. Ağır ve güçlükle soluk alıyordu. Sırtı kambur, elleri çizikler içindeydi. Karanlık yaşlılığına merhamet eder gibi gizliyordu onu. "İyi bir çocuk olmuşsun," dedi Rhae'nin karanlıkta parlayan gözlerine bakarken.
Sanki dünyadaki herkes Rhae'nin yaşadığı pişmanlığı görebilirdi. Görmeliydi. Bu yüzden o çekingence lenslerindeki karanlığa gömülmüştü. "Değilim," dedi yalnızca kendinin duyabildiği cılız bir sesle. Oysa yüksek sesle söylese de ihtiyarın kulakları duymazdı.
O an aralarında bir bakışma yaşandı. Rhae, onun bakışlarındaki yaşlılığı ve ölüme yakınlığı gördü. Bugün törendeki adamın o olduğunu hemen çıkardı. Nasıl da tanıyamamıştı? İnsan her şeyi ne çabuk unutuyordu.
ns 15.158.61.20da2