12Please respect copyright.PENANAj20fbG5rks
12Please respect copyright.PENANAFiZ9YFieTn
Bir gün çalmayı bilmeden elime bir keman aldığımda hayatımın değişeceğini nereden bilebilirdim?
Her zaman ortalama bir insan oldum. Yeteneklerim yoktu. Akademik notum 4'lük sistemde 2 kadardı ve alttan aldığım onlarca ders cabası. Basketbolda da iyi değildim teniste de. Vücudum hiç de ilgi çekici değildi.
Bir erkek olmama rağmen asla kızlar bana göz ucuyla bile bakmadı. Bir yetmiş boyunda, saçları siyah ve yüzü itici bir erkeğin fazla sevilecek bir yanı olmadığını biliyorum. Ama bir insanın başka sahip olduğu şeylerin olması gerekmez miydi?
Ailemle ilişkilerim berbattı. Babam annemi tokatlardı, annem sinir krizleri geçirirdi ve kız kardeşim tekerlekli sandalyeye mahkumdu. Hayali olan çizim tabletini ona alamıyordum. Benden bu dünyadaki hiçbir yakınımın umudu yoktu. Onlardan nefret etmiyordu ama ebeveyn takası yapmak isterdim.
Bir şekilde desteklenmeye, bir elin omzuma konulmasına ihtiyacım vardı. Gerçi hiçbir zaman olmadı. Yine de umudun iyi olacağına karar verip pes etmedim. İntihar etmek istedim ama pes ettim. Yataktan çıkmamak, hayatımın tamamını Oblomov gibi tembellik ederek geçirmek istedim ama uyumaktan midem bulanınca yataktan dışarı çıkmak zorunda kalmıştım.
Arkadaşlarım tarafından erkek olmadığım gerekçesiyle zorbalığa uğradım, sıramın yakınlarında hiçbir kız oturmuyordu. Dış güzelliğiniz olmadığında saygınız ve ne kadar iyi bir öğrenci olduğunuz da pek fayda etmezdi zaten. İnsanların kibirlerini her gün düzenli olarak tatmin edecekleri bir oyuncak oldum. İşin en kötü tarafı da benim kendime karşı bu kadar acımasız oluşumdu.
Hani bir hikaye vardı. Bir adam kıyıya düşen deniz yıldızlarını suya atıyordu. Kendimi o adam gibi hissetmeye çok çabaladım. Ne kadar kurtarabilirsem her bir duygumu, o kadar iyi olacaktı benim için. Umutlarımı yerle bir etmemeli, soldurmamalıydım.
Ta ki artık elimden hiçbir şey gelmeyen bir ana dek.
Yatağımın içine girip saatlerce ağlamış, odamdaki idollerin fotoğraflarıyla bakışmıştım. Bu yaşamdan geri dönüş yoktu. Bana tek bir hayat verilmişti ve ben o hayattan, o hayatı deneyimlediğim bedenimden hatta ruhumdan nefret ediyordum.
Yüreğim temizmiş, salla! Günlerden bir gün hayatımdaki tek erkek arkadaşım, kilo sorunları olan şeker hastası Oğuzhan üniversitede bir kurs açıldığını haber etti. Bunu bana neden söylediğini anlayamamıştım. Gelince görürsün demiş, üstüne hiçbir ekleme yapmamıştı. Herkes gibi onun da beni bir çıkar için çağırdığını düşündüm ama tek istediği sosyalleşmemdi. Bir şekilde üniversiteye varıp o kursa beraber katıldık.
Dikdörtgenler prizması şeklinde bir sınıf düşünün. Orada mavi sandalyelerden bir çember oluşturulmuştu. Duvarlar açık griydi, sağ duvar köşesinde kapının dibinde bir piyano ve diğer öğrencilerin tamamında keman vardı. Burası daha önce piyano öğrencilerinin kullandığı bir odaymış ama sonradan yer kalmayınca keman sınıfı burada ders yapmaya başlamış.
Oğuzhan bu konuda kurs aldığından ve benim aksime destekleyici bir ailesi olduğundan yalnız sayılmazdı. Keman çalmak konusunda da iyiydi. Ben sıfır seviyesindeydim ama çok saçma bir şekilde Oğuzhan hoca diğerlerinin yanına gittiğinde kemanı kucağıma verdi. "Bunu denemeden kaçışın yok. Bir şeyi hiç eline almadan öğrenemezsin," dedi tavsiye verir gibi endişeli bir sesle. Bakışlarım bomboş odadaki diğer becerikli öğrencilerde, başarılı parmaklarının kemanda gezinişinde oyalandı.
Keman kucağımda bana ait olmayan, yük verici bir parça gibiydi. Onu taşımakta zorlandığımı hissediyordum. Bir anda kafamda bir düşünce cümbüşü hissettim. Ayaklarımın altındaki zemin kayıyordu. Sanki deprem oluyordu. Kemanı çalmak için kullandığım arşe, elime dokunduğu anda teller titremeye başladı ve sopayı istemsizce çekiyordum.
Oğuzhan şok olmuş bir hâlde bana bakarken, ellerimdeki sopa sürüklendi ve tüm sınıf hayatımda duyabileceğim, benim yaptığım eşsiz çalgıyı dinledi. Bu nasıl olmuştu. Asla bir anlam veremediğim bir şekilde beş dakika boyunca kusursuz ses çaldı. Öğretmen bana döndü ve "Daha önce yabancı bir yerde eğitim aldın mı?" diye sordu. "Parçayı çok içten ve başarılı çaldın."
Oysa ben ne çaldığımın ve nasıl yapabildiğimin farkında bile değildim. Betim benzim atmış bir şekilde "Hayır," dedim ve kemanı Oğuzhan'ın eline tutuşturup sınıftan çıkarak kapıyı kapattım. Ellerim terlemişti, parmak uçlarım ısınmıştı. Ellerimi kaldırıp kendime baktığımda parmaklarımın ucunda bir kıvılcım fark ettim. Mavi cılız bir ışıktı. Karşımda aniden biri belirdi. Arkası dönüktü ve "Beni takip et," dedi.
"Ne diyorsun, sen de kimsin?"
"Gerçekten güzel çaldın, senin gibi bir çocuğu hiç bulamayacağım sanıyordum. Ama en sonunda Türkiye'ye uğramak geldi içimden." Şaşkınca sesin ondan gelip gelmediğini anlamaya çalışıyor, yumruklarımı sıkıyordum.
"Anlamıyorum, ben... Nasıl çaldım bunu bilmiyorum."
"Kimsede olmayan özel bir yeteneğe sahipsin ama dünya için büyük bir yetenek," dedi gizemli bir ses. Kemanın son gıcırtıları gibi ürpertici ve rahatsız ediciydi. "Beni takip et, seni rezonans ülkesine götüreceğim."
"Orası da neresi?"
"Sen hiç fizik dersi almadın mı? Rezonans gezegeni insanların bir dalganın frekansına zihin dalgalarıyla erişebildikleri bir ülkenin adıdır. Sen o kemanı bu sayede çalabildin."
Arkasını döndüğünde, camlardan gelen ışık kesilerek gölgeyle kaplandı. Adamın sert bir çenesi vardı, gözleri zeytin dalı gibiydi. Vücudu kaslıydı, kollarındaki tabakalar onun spor düşkünü olmadan doğuştan mükemmel bir fırsatta olduğunu ele veriyordu.
Başını kaldırırken bronz renkli ellerini sıktı. Üzerindeki mavi parlak takım elbisesi ve deri ayakkabılarıyla bir başkanı ya da ceoyu andırıyordu. "Yani ben rezonansa girerek mi kemanı çaldım?"
"Diğerlerini dinledikten sonra beyninde ses dalgaları kopyalandı ve beyin dalgalarıyla keman teline aktarıldı. Ama rezonansın güçlü olduğundan, titreşimler farklı bir frekansa geçti ve ses farklı bir noktaya evrildi. Aşırı derecede güzel ve çok başarılı bir parça çıktı ortaya." Şaşkınlığım biraz da olsa azalmaya başlamıştı.
"Ama ben..." dedim ellerime bomboş bakarak. "Keman çalmayı bilmiyordum. Bunu nasıl yaptım?"
"Her şeyi bilmen gerekmez. Her şeyi düşünmen yeterlidir." Yüzünde bütün suratını kaplayan hınzır bir gülümseme belirmişti ve biri altın kaplama olan diğerleri tamamen düzgün dişleri göründü. "Peşime takıl ve ülkede daha fazla şey öğren. Böylece işe yarar biri haline gelebilirsin. Belki de..." Beni görebilmek için küçümseyici bir şekilde eğilip parlak mavi gözlerini üstüme dikti ve ellerini dizlerine koydu. "Önemli biri olursun ve zavallı olmayı bırakırsın."
Onun peşine takılıp "evet" diyebildiğimde hayatım baştan sona değişecekti.
12Please respect copyright.PENANAevo3NyP5Lh