Zamanın Kıyısında
Bütün hayatım boyunca, zamanın akışını değiştirme fikri bana yalnızca bir hayal gibi gelmişti. Birçoğumuz gibi, ben de yıllarca geçmişin pişmanlıklarıyla, geleceğin belirsizlikleriyle ve şimdinin karmaşasıyla mücadele ettim. Ama hiçbir zaman zaman yolculuğunun gerçek olabileceğini düşünmedim. Ta ki o geceye kadar.
Gecenin karanlığında, eski evin içinde garip bir gürültü duydum. Tavan arasındaki tozlu kutuları karıştırırken, bir şey beni çekti. Başka bir şey değil, tam olarak *bir şey*. Elim bir anda, eski bir masa saatiyle karşılaştı. Yüzyılın başlangıcına ait gibi duran, altın bir çerçeve içinde, parlak bir camla kaplanmıştı. Üzerinde hiçbir yazı yoktu, yalnızca zamanın sonsuzluğuna işaret eder gibi görünen bir sembol vardı.
Saatin içindeki hareketin durduğunu fark ettim. Sadece birkaç saniye, belki de bir an. Ama bana bir ömür gibi geldi. O an, zamanın içinde kaybolmuş gibi hissettim. Ne geçmişi ne de geleceği hatırlayabiliyordum. Sadece *şimdi* vardı. Ancak bir güç, beni bu anın ötesine çekiyordu.
Birkaç adım attıktan sonra, bir kapı açıldı ve içeriye girmemi işaret etti. Girdiğimde, içinde eski bir masa ve birçok farklı saatin bulunduğu geniş bir oda gördüm. Her biri farklı bir hızda tiktak ediyordu. Bazıları çok hızlı, bazıları ise neredeyse hiç hareket etmiyordu. Odanın ortasında büyük bir ekran vardı ve ekranda, zamanın farklı dönemlerinden gelen görüntüler akıyordu.
"Zaman, bir akış değil," dedi adam, "Bir yolculuktur. Ve bu odada, her biri farklı bir yolculuğun başlangıcına işaret eden saatler var. Ama unutma, her yolculuk geri dönüşsüzdür."
Söyledikleri kafamı karıştırmıştı. "Yani, ben geçmişe mi geldim?"
Adam başını sallayarak, "Hayır. Burada, geçmiş ve gelecek bir arada var. Sen sadece bir anın içinde kayboldun. Zamanın içinde kaybolanlar, burada sonlanır. Ama geri dönmek istersen, bir seçim yapmalısın."
Odanın merkezine doğru ilerledim. Ekranda bir görüntü belirdi: küçük bir çocuk, parka gitmek üzere hazırlanan bir kadın. Anne ve çocuk. Bir an, kalbimde bir acı hissettim. Çocuk, tam da kaybettiğim bir hatıraya benziyordu. Geçmişim, önümde bir anı gibi duruyordu. Ama bir şey eksikti. O anın içinde kaybolmuş olan bir şey vardı.
"Bu anı değiştirebilir miyim?" diye sordum.
Adamın gözlerinde bir umut ışığı belirdi. "Zaman, değiştirilemez. Ama senin geçmişin, başka bir geleceğe yol açabilir. O geleceği seçmek senin elinde."
Bir anda, bir kapı daha açıldı ve başka bir görüntü belirdi. Bu sefer, geleceğe ait bir anı gördüm: Yaşlanmış bir halim, yalnız bir evde, eski fotoğrafları karıştırıyordum. Yanımda kimse yoktu. Kalbimde bir boşluk vardı. Zamanın beni yalnız bırakacağına dair bir korku. O anı gördüğümde, bir karar vermem gerektiğini fark ettim
Zaman yolculuğunun, bir yere gitmek değil, *bir şeyi* anlamak olduğunu fark ettim. Geçmişin acıları ve geleceğin belirsizlikleri, sadece şu anı yaşamanın ne kadar değerli olduğunu anlamama engel olmuştu. O an, geçmişimle barıştım ve geleceğimi şekillendirme gücünü elime aldım.
Saatin düğmesine tekrar basarak, bulunduğum odadan çıkmaya karar verdim. Zaman, her şeyin içindeydi ve belki de en önemli şey, ne kadar süre yaşadığımız değil, o süreyi nasıl geçirdiğimizdi.
Gözlerimi açtığımda, eski evde, tavan arasındaki kutunun başındaydım. Saat önümdeydi, ama şimdi farklı bir şekilde bakıyordum. Zamanın geçici olduğunu, geçmişin ve geleceğin sadece birer an olduğunu anlamıştım. O gece, zamanın kıyısında bir yolculuk yapmıştım. Ama artık ne geçmişe ne de geleceğe takılmadan, *şimdi*yi yaşıyor, her anın değerini biliyordum.
Ve belki de en önemlisi, zamanın en değerli yolculuğunun, *kendini keşfetmek* olduğunu fark etmiştim.
*Oğlum.*