Bir de bitişi vardı bu hikâyenin. Yalnızca hikâyenin değil benim bitişim. Bileklerimden akan kanım. Halatta asılı kalmış boynuma izdivaç eden damarlarım. Başucumdaki sehpada boş ilaç şişelerim. Tabut vardı ama içi boştu. Ölü vardı ama ayaktaydı. Kusurumu hoş gör sen benim sayın okur. Parça parça anlatırım ben. Sırası olmaz hiçbir şeyin bende. Gece de kahvaltı yaparım sizene. Önce tatlıyı yerim kimene. Aklımdan hiç çıkmadığı bariz. Kalem elime geçince o an en çok acıyan yanımı yazarım böyle. Son görüşüm aklıma geldi. Toprağımı suladığı gözyaşlarının akışı. Ama nereye aktığını niçin aktığını asla bilmediğim ve bilemeyeceğim gözyaşları. Tek bir damlasına bile taptığım, muhtaç olduğum tuzlu su damlacıklarının al yanaklarını ıslatıp süzüle süzüle intihar edişlerini izledim uzaktan. Gurur denen pis duyguyu bir ara anlatırım herhalde ya da anlatmam kimene. İzledim sadece gidişini. Dur diyemesem bile hoşça kal demek isterdim. Çok isterdim. Bir bebeğin anne kucağını, kurak toprağın suyu, suçsuz mahkûmun affını, sevdiğimin papatyaları istediği kadar isterdim. Yanına gitmedim, gidemedim. Ben kolay kolay pişman olmam. Bu zamana kadar yaptığım, yaptırılmak zorunda kaldığım hiçbir şeyden pişman değilim. Onu gördüğüm son dakikalar olduğunu bilmediğim o günün geçen her saniyesine, gökyüzünde yer değiştiren her bulutuna, batmak için yol alan güneşine, çıkarları uğruna yaşayan her insan evladına, bu pis dünyaya gözlerini açan her bebeğine pişmanım. İsyanım kendime, bok atmam o gün orada olan her şeye, herkese. İşi bırakmış sonraları öğrendim. Abisinin yanına yardımına gidecekmiş. 2-3 arkadaşı uğurlamaya gelmiş kimler bilmem. Ben bir onu bilirim bir de onunla giden, son nefesini avuçlarındaki çizgilerde veren, hayatını onun bavuluna sığdırabilen, damarlarındaki kanı onun için gezdiren, bedenini, hep açık ve güzel olsun diye dualar ettiğim yoluna seren beni bilirim. Kıyamet kopuyor sanki aslında alıştığı yerden gittiği için basit iki damla gözyaşı akıyor. Etrafındaki herkese bu kadar basit geliyor bana kıyamet kopuyor. Gidişinden haberim yoktu. Dedim ya sonradan öğrendim her şeyi. Bir arkadaşımın arkadaşı yanımıza ziyarete gelmişti. Geri dönecek sevdiğimin de gittiği kara tren ile. Ben onları eksik bırakmayayım diye gittiğim tren garında eksildim. Hayatımın en şanslı günü ile bittiği günü birlikte yaşadım. En şanslı günümdü hoşça kal diyemesem de son kez gördüm. Öldüğümü de sonradan öğrendim ya dönmeyeceğini söyledikleri an hani. Öyle uzaktan uzaktan baktım. Güneş gözlüklerim sağ olsun sıçtığımın gururunu da incitmedi. İstediğim kadar baktım. Dönmeyeceğini bilsem o trene attığı her adımda erimez miydim? Erirdim. Allah’ın hikmeti işte o da bilseydin duramazdın dedi sanki kulaklarıma. Kırık değildi ufak bir çatlaktı durdum. Sonra kara tren hareket etti ve herkes sevdiklerine el sallamaya başladı. Ben sallamadım, sallayamadım yalnızca izledim. Bir ruhun bedeni terk edişini canlı canlı izledim. O biliyordu. Kara tren biliyordu bir daha geri getirmeyeceğini sevdiğimi. Tabutumu üstüne koyup götürmeye kararlıydı. Sela edasıyla korna sesleri ile gitmeye ve götürmeye hazır olduğunu söyledi. Yılların yorgunluğu yetmezmiş gibi bütün hayatımın ağırlığını taşımakta zorlanan tren rayları gıcırtı sesleriyle inletti istasyonu. İşte o sesler gıcırtı değil ölüm emrimdi.
ns 15.158.61.44da2