Celeste, verandada durup hafif rüzgârın tenine serin bir dokunuş bıraktığını hissederken gözlerini kıstı.
Yumuşak, çiçek desenli elbisesinin askıları ince omuzlarından hafifçe kaymış, tek tarafı gelişigüzel aşağı sarkmıştı. Kumaşın hafifliği, bedeninin her kıvrımına zarifçe uyum sağlıyor; özellikle uyluğunu açığa çıkaran yırtmacı, rüzgârın etkisiyle her an daha da fazla şey vaat ediyormuş gibi hareket ediyordu. Uzun, dalgalı saçları omzunun üzerinden düşerken bir eliyle geriye attı, bu hareketi yaparken farkında olmadan, teninin açıkta kalan kısmını daha da vurgulamış oldu.
Karşısındaki Ethan, verandanın taş zemininde hafifçe ayakta duruyordu. Birkaç saniyeliğine gözlerini kaçırdı, sanki gördüğü şey karşısında dikkati dağılmış gibi. Ancak Celeste bunu fark ettiğinde gülümsedi. Çocuksu bir oyun oynuyormuş gibi... Oğlunun düşüncelerini okuyabiliyordu.
"Ethan." Sesi yumuşaktı ama içinde bir sorgulama barındırıyordu. "Bana anlatmak istemediğin bir şey mi var?"
Ethan, hafifçe irkildi. Celeste’nin onu gözlemleyişi, her zamanki gibi delici bir etkiye sahipti. Ondan bir şey saklamak her zaman zor olmuştu.
Genç adam, ellerini ceplerine sokup hafifçe başını eğdi. "Hayır, anne. Sadece biraz dalgınım."
Celeste gözlerini kısarak onu süzdü. Dudakları hafifçe yukarı kıvrılmıştı ama gözleri samimi bir ciddiyet taşıyordu. Elbisesinin askısını usulca düzeltti, bu sırada narin omuzları daha da belirginleşti. "Beni kandıramazsın, Ethan." dedi alaycı bir tebessümle. "Senin her şeyinim, bir neden bile olmadan her şeyi anlarım."
Ethan'ın gözleri, annesinin bedenindeki en küçük hareketi bile kaçırmamıştı. İçinde beliren bir dalgalanma vardı ama bunu bastırmak istiyordu. Kaşlarını çatıp başını hafifçe salladı. "Beni bu kadar çözümlemeyi bırak, anne." dedi alaycı bir tonla. Ama sesi biraz titremişti.
Celeste, dudaklarını hafifçe aralayarak oğluna bir adım yaklaştı. Eli nazikçe Ethan'ın yanağına dokundu. Parmak uçları, onun pürüzsüz teninde gezindi. "Gözlerin…" dedi fısıltı gibi. "Tanıdığım birine benziyor şu an. Ama kime benzediğini çözemiyorum."
Ethan hafifçe yutkundu. Annesinin gözleri, sanki içini okuyormuş gibi ona kilitlenmişti.
Celeste, elini geri çekmeden önce, parmaklarını oğlunun çenesinde hafifçe gezdirdi. Bir an duraksadı. Sonra başını yana eğerek gülümsedi.
"Ne olursa olsun, Ethan..." dedi sessizce. "Bunu unutma. Sen benim her şeyimsin."
Ethan, gözlerini kaçırarak başını salladı. Ama içindeki dalgalanma hiç olmadığı kadar güçlüydü. Annesinin sesi, dokunuşu, gözleri… Hepsi zihninin en derin yerlerine işleniyordu.
Ve Celeste, Ethan’ın içinde kopan fırtınayı hissedebiliyordu.
Celeste, Ethan'ın yüzüne dikkatle bakarken, içindeki anne içgüdüsü ona bir şeylerin değiştiğini fısıldıyordu.
Oğlunu herkesten daha iyi tanıyordu. Ama bugün… Bugün gözlerinde başka bir şey vardı. Bunu adlandıramıyordu ama hissediyordu.
Ethan bir şey düşünüyordu. Birini…
Celeste’nin ince çiçek desenli elbisesi, hafif esintinin etkisiyle dizlerinin etrafında kıvrılıyordu. Omuzlarına düşen askılardan biri, farkında olmadan aşağı kaymıştı. Gözlerini oğlunun gözlerinde gezdirirken, içinden gelen o doğal sahiplenme duygusunu bastıramadı.
Hafifçe gülümsedi. Sonra elini Ethan’ın yanağına götürdü.
Başparmağıyla tenini okşarken, içindeki sıcaklığı hissetti. Parmakları, yanak kemiğinden çenesine doğru nazikçe süzüldü. Oğlunun nefesi o an belirgin şekilde değişti. Ve sonra…
Dudaklarına yumuşak bir öpücük kondurdu.
Şefkatli. Ama aynı zamanda sahiplenici.
Ethan anında gözlerini kaçırdı. Ama kaçış tam olarak uzaklaşmak değildi. Aksine…
Gözleri derinleşti.
Sanki kendisini ele verdiğini fark etmiş gibi.
Celeste’nin kaşları hafifçe kalktı. "Ethan?"
Ethan hafifçe yutkundu ama anında toparlandı. Hemen her zamanki kendinden emin tavrına büründü. İnkâr etmek, örtbas etmek…
Bu onun en iyi yaptığı şeylerden biriydi.
Gözlerinde her zamanki o yaramaz ışıltı belirdi. "Anne," dedi alaycı bir gülümsemeyle, "Beni böyle endişeyle incelersen, kendimi gerçekten bir şeyler saklıyormuşum gibi hissedeceğim."
Celeste, o maskeyi kolayca göremeyecek kadar sıradan biri değildi. Ethan’ın elinin hareket ettiğini hissetti.
Parmakları, çiçek desenli elbisesinin ince kumaşı üzerinde geziniyordu.
Dokunuşu hafifti ama belirgindi.
Ve sesi…
Her zamanki gibi ağır ve arzu doluydu.
“Beni böyle meraklı gözlerle izlemeye devam edersen, seni her zamanki gibi baştan çıkarmak zorunda kalırım.”
Celeste hafifçe iç çekti. Tanrım, onu ne kadar iyi tanıyordu.
Ethan, onu rahatlatmak için her zamanki yöntemini kullanıyordu.
Sözler. Cazibe. Çekicilik.
Ama bugün… Bugün bu cümlelerin içinde bir acele, bir örtbas çabası vardı.
Celeste hafifçe gülümsedi ama gözleri onun gözlerinden ayrılmadı.
"Beni avutmaya mı çalışıyorsun, Ethan?"
Ethan’ın parmakları, elbisenin ince kumaşı üzerinde hafifçe duraksadı.
O an…
Gözlerinde kısa ama belirgin bir boşluk belirdi.
Ve işte o an Celeste anladı.
Ethan’ın aklında biri vardı.
Ve belki de bu defa, onun bile kontrol edemeyeceği bir şeydi.
Ethan, Celeste’nin gözlerinde beliren o şüpheyi fark ettiğinde, içinde bir şeyler kıpırdadı.
Annesi onu tanıyordu. Çok iyi tanıyordu.
Ama onun karşısında zayıf görünemezdi. Ne olursa olsun, güçlü kalmalıydı.
Bu yüzden, tıpkı her zaman yaptığı gibi, kontrolü eline aldı.
Elini, Celeste’nin ince çiçek desenli elbisesinde gezdirirken, parmakları hafifçe kumaşa bastı. Hareketi belirgindi, iddialıydı.
Gözleri, annesinin yüzüne dikilmişti.
Davetkar. Sahiplenici. Meydan okuyan.
“Beni böyle sorgulama, anne…” dedi, sesi her zamanki gibi ağır ve etkileyici bir tona bürünmüştü. “Beni düşündüren tek şey sensin.”
Celeste, Ethan’ın bu ani dönüşünü bekliyordu ama yine de onun bu kadar hızlı toparlanması, yıllardır içinde taşıdığı o büyüleyici etkisinin bir göstergesiydi.
Hafifçe başını yana eğdi, gözleri o bilindik, tatlı bir alaycılıkla parladı.
“Emin misin, Ethan?” dedi, sesi yumuşak ama aynı zamanda meydan okuyucuydu.
Ethan, hafifçe eğilerek dudaklarını annesinin boynuna yakın bir noktaya getirdi.
Nefesi sıcaktı.
Ve sesi…
Daha da kısık, daha da tahrik edici bir tınıya büründü.
“Eğer beni başka bir şey düşündürebiliyorsa, o da yalnızca senin bana yaptıkların, anne.”
Celeste’nin göğsü hafifçe inip kalktı. Bedeninin ona nasıl tepki verdiğini biliyordu.
Ama aynı zamanda…
Ethan’ın kaçtığı bir şey olduğunu da biliyordu.
Ethan’ın eli, elbisenin kıvrımlarında kayarken, onun en sevdiği kelimeleri fısıldadı.
“Unuttun mu?” dedi yavaşça, sesi Celeste’nin derisine sızan bir şehvet gibi yayılıyordu.
“Bana ait olan her şeyin üzerinde hakkım var. Ve sen bunu seviyorsun.”
Celeste’nin kirpikleri hafifçe titreşti.
Bu sözleri, bu tonu… Ne zaman duysa içinden bir dalgalanma geçiyordu.
Gözlerini yavaşça kapattı.
İçinde bir sıcaklık dolaşıyordu ama…
O şüphe…
O gizli his…
Hâlâ oradaydı.
Ethan güçlüydü.
Bunu her zamanki gibi göstermeyi başarıyordu.
Ama Celeste, bu kez onun farklı bir şeyden kaçtığını seziyordu.
Yine de…
Ethan’ın bu sahiplenici tavrının içine çekilmeye başlamıştı.
Şimdilik…
Bu düşünceleri bir kenara bırakacaktı.
Çünkü Ethan…
Her zamanki gibi, onu nasıl etkileyeceğini çok iyi biliyordu.
ns 15.158.61.17da2