Gecenin karanlığı, şehir ışıklarının titreşimiyle dans ederken Scharline, metro istasyonunun merdivenlerinden aşağı indi. Metal basamaklara vuran topuklarının sesi, istasyonun boş koridorlarında yankılanıyordu. Hava soğuktu ama bedeninin üzerinde hafifçe dalgalanan eteği ve ince beyaz üstü, tenine yayılan ürpertiyi daha da belirgin hale getiriyordu.
Göbek hizasında biten dar kesimli beyaz bluzu, her adımında vücuduna oturuyor, nefes aldıkça göğüs kafesinin nazik hareketi belli oluyordu. İnce kumaşın altında vücut hatları hafifçe seçiliyordu. Belinden gevşekçe bağlı açık renkli eteği, yürüdükçe savruluyor, bacaklarının pürüzsüz hatlarını açığa çıkarıyordu. Hafif rüzgarın eteğinin aralığından içeri sızması, teninde bir ürperti bırakıyordu.
İstasyonda yoğun bir kalabalık vardı. İnsanlar bir yerlere yetişme telaşı içinde, omuz omuza hareket ediyor, kimse birbirine dikkat etmiyordu. Bu kaosun içinde kendini kaybolmuş gibi hissetti. Yine de, birinin gözlerinin ona takıldığını hissetmesi uzun sürmedi.
Omuzlarının arasında bir baskı hissetti, tıpkı bir avcı tarafından izleniyormuş gibi... Ama doğrudan bakmadı. Bunu hemen belli etmek istemedi. Bunun yerine, camdan yansımasına göz attı.
Ve işte oradaydı.
Arkasındaki adam…
Koyu renk bir kapüşon takıyordu, yüzü gölgelerin ardında saklıydı ama gözleri…
Camın yansımasında Scharline’a doğrudan bakıyordu.
O soğuk ve delici bakış… İçinde belirsiz bir niyet gizliydi. Gözleri kaçmıyordu, sabitti. O anda Scharline, adamın sadece ona odaklandığını anladı.
Ve sonra, hissetti.
İlk başta fark etmemişti. Çok hafifti… Tüy gibi. Ama yine de kesinlikle bir dokunuştu. Bilinçliydi. Bunu fark etmesini istiyordu.
Adam, parmak uçlarıyla Scharline’ın eteğinin kenarına çok hafif dokunmuştu. Belki de kumaşın dalgalanışına kapılmıştı ama hayır… Bu bir hata olamazdı.
Teninde beliren ince ürperti, içgüdülerini tetikledi. İçini huzursuz bir his sardı. Bu kalabalığın içinde biri onun alanına giriyordu. Ama en korkutucu olan şey, adamın bunu açıkça ve kendinden emin bir şekilde yapmasıydı.
Scharline hafifçe döndü.
Adamın gözleri hâlâ üzerindeydi.
Tüm gürültüye, hareketliliğe rağmen, ikisi arasında gerilmiş ince bir ip vardı sanki. Adamın bakışları, bir uyarı mıydı, yoksa sadece bir oyun mu oynuyordu?
Scharline, geri çekilmeyerek karşılık verdi.
Bir sonraki durakta karar vermesi gerekecekti: İnip kaçmak mı, yoksa bu oyunun içinde kalıp nasıl bir sona ulaşacağını görmek mi?
Scharline’ın nefesi hızlandı. Kendini sıkışmış hissetti. Metro kalabalığının içinde kıstırılmış gibiydi, hareket edecek yeri yoktu. Yan tarafındaki tutamacı sıkıca kavradı, parmakları gerildi, eklemleri hafifçe beyazlaştı.
Ama adam hareket etmeye devam ediyordu.
Teması… Artık inkar edilemeyecek kadar belirgindi.
Kasıtlıydı.
Önce hafif bir dokunuş, sonra bir ağırlık… Ve şimdi, adeta bedenini ona doğru yönlendirmek ister gibi…
Kalbinin atışları kulaklarında yankılanıyordu.
Kaçmayı düşündü. Ama nasıl?
Yer yoktu.
Ve sonra…
Adam eğildi.
Nefesi, tenine ürpertici bir sıcaklık gibi yayıldı.
Ve fısıltıyla…
“Ellerini yukarı koy.”
Scharline’ın gözleri büyüdü.
Sesi…
Düşük, yumuşak ama içinde itiraz kabul etmeyen bir ton vardı.
Hafif bir komut gibi ama aynı zamanda bir tehdit taşıyan bir oyun.
Cam yansımasına baktığında… Kapüşonunun altından görünen tek şey, ona sabitlenmiş gözlerdi.
Bekliyordu.
Tepkisini görmek istiyordu.
Ve Scharline, ilk kez gerçekten kapana kısıldığını hissetti.
Titrek bir nefes aldı, sonra usulca ellerini yukarı kaldırdı. Adamın gözleri, bu hareketle birlikte daha da derinleşti. Artık tamamen temas alanı açılmıştı.
Adam, daha cesur oldu. Bedenine daha fazla yaklaştı. Sıcak nefesi, boynunun kıvrımına değdiğinde Scharline istemsizce irkildi. Parmakları, eteğinin bel kısmında hafifçe kaydı, hareketi neredeyse bir sahiplenme içgüdüsü taşıyordu.
Scharline’ın zihni çığlık atıyordu ama bedeni hareketsizdi. Kalabalığın içinde birer gölge gibi kaybolmuşlardı. Dışarıdan bakıldığında her şey sıradandı ama içinde bir fırtına kopuyordu.
Adam eğilip, hafif bir alayla fısıldadı:
“Hangi durakta iniyorsun?”
Scharline’ın nefesi düzensizleşti.
Sorunun altında bir anlam gizliydi. Kaçış var mıydı, yoksa bu oyunun içinde kalmaya devam mı edecekti?
Scharline yutkundu, sonra fısıltıyla durağını söyledi.
Adamın parmakları, eteğin bel çizgisinde hafifçe oynadı, sonra yavaş ve nazik bir hareketle yasaklı bölgeye ulaştı. Dokunuşu temkinli ama bilinçliydi.
Scharline’ın içi ürperdi. Bir an gözlerini kapadı, nefesini tuttu. Kalabalığın ortasında, kimse fark etmese de bu anın içindeki gerilim iliklerine işliyordu.
Adam ise hareketini sürdürdü, dudaklarının kenarında hafif bir gülümsemeyle. Parmakları, bedeni üzerinde nazikçe dolaşırken, Scharline’ın nefesi iyice düzensizleşti. Kalbinin ritmi hızlanmıştı ve her geçen saniye, adamın üzerindeki hâkimiyetini daha fazla hissediyordu.
Adam, gözlerini Scharline’ın gözlerine sabitleyerek fısıldadı: "Gideceğimiz yer sadece senin bildiğin bir durak olacak."
Scharline bir an duraksadı, içindeki çelişkiyle boğuşuyordu. Ancak, bedeninin ona ihanet ettiğini fark etti. Metro yavaşlamaya başladığında, adamın elleri belinde daha kararlı bir tutuş kazandı.
Kapılar açıldığında, bir anlığına kaçabileceğini düşündü. Ama adamın bakışlarındaki kararlılık, onun kararını sorgulamasına neden oldu.
Artık, istasyonun adını bile hatırlamıyordu. Önemli olan tek şey, bu oyunun nasıl biteceğiydi. Adamın dokunuşları daha belirgin hale gelmişti. Parmak uçları, bedeninin kıvrımlarını keşfederken, Scharline’ın nefesi kesik kesik çıkıyordu. İradesi sarsılmıştı, ama içindeki fırtına henüz dinmemişti. Adam, ona daha da yaklaşarak fısıldadı: "İndiğimizde nereye gideceğimizi biliyor musun?"
Scharline, kaçamak bir bakış attı. Metro yavaşlamaya başlamıştı. Artık karar verme vakti gelmişti. Ama bu karar, yalnızca bir yön seçmekten ibaret değildi.
Metro durduğunda, kapılar sessiz bir uyarı sesiyle açıldı. Scharline hızlı bir nefes aldı ve tereddüt etmeden dışarı adım attı. Gecenin serin havası tenine çarparken, içindeki gerilim azalmıyordu. Arkasında, adam da inmişti. Adımlarını dikkatlice ayarlıyor, belli bir mesafeyi koruyarak onu takip ediyordu.
Scharline yürüdü, kalbi hızla çarpıyordu. Adamın ayak sesleri, kalabalığın içinde bile fark edilebiliyordu. Bir an durup arkasına baktı; adamın gözleri bir an bile ondan ayrılmıyordu. Bu bir takip miydi? Yoksa hala bir oyun mu?
Dudaklarını ısırarak yoluna devam etti. Sokağın köşesine vardığında, bir karar vermesi gerektiğini biliyordu. Ya yürümeye devam edecek ve bu oyunun nasıl sona ereceğini görecekti, ya da durup onunla yüzleşecekti.
Bir süre daha yürüdü, nefesi hızlanmış, zihni karmaşa içindeydi. Her adımında arkasındaki ayak seslerini hissediyor, adamın varlığını ensesinde duyumsuyordu. Ancak bir anda, birkaç polis memurunu fark etti. Kalabalığın içinde devriye geziyorlardı. İçinde bir rahatlama dalgası yayıldı. Bedenindeki gerginlik hafifledi ve adımlarını hızlandırdı.
Bir an durup arkasına baktığında, adamın artık orada olmadığını gördü. İçini belirsiz bir ürperti kapladı. Kaybolmuştu. Bu bir oyun muydu, yoksa gerçekten gitmiş miydi?
Korkuyu ve yaşadığı trajediyi unutmak zor olacaktı, ama şu an en önemlisi buradan uzaklaşmaktı. İçinde yükselen panikle metrodan hızla çıktı, gecenin serin havasına adım attığında derin bir nefes aldı.
10Please respect copyright.PENANAVEPbAxDE7l
10Please respect copyright.PENANAb6UEQujo4g